GERÇEK YAŞANMIŞ BİR ÖYKÜ
YIL 12 ŞUBAT 1963
Hüseyin SEYFİ
Ömer Emmi hoş, sevimli bir komşumuzdu. Otuzlu yaşlardaydı. Siyah kadife şalvarlı, orta boylu, etine dolgun, koyu esmer olmamasına rağmen, siyahı tipli bir yapısı vardı. Evlerimizin yakın olması nedeniyle hemen hemen her gün bize gelirdi. Özellikle sabahları tandır yanarken birlikte tandır başında otururduk. Ömer Emmi hoş sohbet birisiydi ya da biz çocuklara öyle gelirdi. Çocuklarla oynamayı çok seven bir karaktere sahipti. O zamanlar küçük kardeşim Hacıba iki üç yaşlarında çok sevimli, tatlı dilli bir çocuktu. Ömer Emmi bize geldiğinde özellikle onunla oynamayı çok sever, Hacıba’nın kendine sopa (kösseği) ile vurmalarına, canı acısa bile, katlanırdı. Bazen çocuğa karşı yalandan ağlama numarası yapardı. Onu böyle ağlarken gören Hacıba da ağlamaya başlardı. Bu oyunu, çocuğu fazla üzmemek için çok uzatmaz elleriyle kapattığı yüzünü birden açar gülerdi. Bu arada tekrar sopayı yer, oyun böyle sürer giderdi. Hep oyun süresince Ömer Emmi her türlü nazımıza oynardı. Biz ona, o bize büyük bir sevgi ve saygıyla bağlanmıştık.
Ömer Emmi’nin gözleri görmezdi. Nasıl olmuşsa askerlik görevini yaparken bir hastalık musallat olmuş gözlerini alıp götürmüştü. Bu yüzden askeriyeden aylık bağlanmış ve devlet güzel bir de ev yaptırmıştı. O zamanlar köyümüzün tek kiremitli, çatılı evi olmuştu. Bugün hâlâ bu ev ayakta durmaktadır.
"Gözlerimde çok az ışık var!" derdi. Bunu biz de sezerdik. En çok sevdiği iş çeşmeye gidip su taşımak olurdu. Onun bin bir zahmetle taşıdığı suyu karısı Ferice Bacı çabucak harcar tekrar suya gönderirdi.
Eskiden komşuluk ilişkilerinde bir tat, bir lezzet vardı. Bu ilişkiler çok candan olur, çıkar gözetilmezdi. Bu sıcak ilişkilerden olacak sevgili kardeşim Ali (Hacıba) Ömer Emmi’yi bir türlü unutamadı. Bana hep, izinli geldiklerinde, "Ağabey Ömer Emmi’yi bir yazsana" dedi durdu.
Gerçekten de Ömer Emmi benim kafamda da uzun yıllar yer etti. Üstüne roman yazmaya kalktım. Bende sayfalar dolusu bu konuda yazı var. İnternete yazılacak öykü kısa olmalı, okuyucuyu sıkmamalı ve gerçek olmalı. Ayrıca ballı, şekerli olmalı ki insanlar özellikle "bizim kuşak" haz alsı , zevk alsın. Tabi bu arada küçükler de bir şeyler kazansın.
Köyüm benim için bir hazine, yazı kaynağım. Keşke önceleri araştırmalar yapsaydım. Kurtuluş Savaşı, Çanakkale Savaşı üstüne yaşayanlarla savaşlar üstüne görüşebilseydik. Onları kayıt edip belgelendirebilseydik. Bu açıdan ben kendimi hiç affetmiyorum… Neyse hikayemize dönelim:
Bir gün, sanıyorum iki bin yılının yaz sonunda yaya olarak köye gitmek üzere Avanos’tan yola çıktım. Bunun için iki amacım vardı: birincisi Ömer Emmi’nin yolunu keşfetmek, nerede, nasıl öldüğünü araştırmak ve olayı yaşamak. İkinci amacım, dokuz yaşında yaya olarak yaptığım Avanos yolculuğundaki çocukluğumu aramaktı.
İzlediğim yol eski bir yaya yoluydu. Aynı zamanda bu yoldan kağnılar ve at arabaları geçmişti. Çoktandır yol kullanılmıyordu. Yer yer kesiliyor önüme sonradan oluşmuş dereler çıkıyordu. Yürümekten aşırı şekilde bir haz alıyor ve düşünüyordum.
Köybağı’nı geçip Ziyaret Dağı’nı tırmanırken karşıma eski kör kuyuları andıran bir çukur çıktı, irkildim, az kalsın içine düşecektim. Çukura sap, saman, gazel yaprakları dolmuştu. Dikkatlice bakınca bu eski ve ıssız yerin çevresinin küçük taşlarla çevrildiğini gördüm. Çukurun gün doğumu yönünde büyükçe bir taş yığını duruyordu. Büyük bir ihtimalle Ömer Emmi’nin öldüğü yeri bulmuştum. Çevrili taşlar yosun bağlamıştı. Bu nokta hakkında önceden ön bilgiye sahiptim. O zaman anlatılan yer böyle bir yerdi. Çukurun etrafındaki taşları keşfe gelen jandarma çevirmişti. Olayı tekrar yaşadım. Garip bir duyguydu. Bu nokta ile karşılaşacağımı hiç tahmin etmemiştim. Aradan uzun yıllar geçmişti. İçim bir hoş oldu. İyice o yerin burası olduğuna kanaat getirmiştim.
12 Şubat 1963 günü Ömer Emmi, sabah erkenden Avanos’a gitmek için hazırlanır. Hava güzeldir. Karısı Ferice Bacı havanın güzel olmasına rağmen kış ortasında bu yolculuğa karşı çıkar. Ama Ömer Emmi karısına aldırmaz. Kafasına koymuştur. Avanos’ta yaşayan kardeşi Ayşe’ye bu kış gününde "kayıt kamet" görmüştür. Bunları bacısına ulaştıracaktır. Avanos yolculuğu üzerine karısı ile epeyce tartışırlar. Öyle ki, Ömer Emmi eşekle yola çıkmış karısı da tartışa tartışa arkasına düşmüş köyün dışına kadar arkasından yürümesine rağmen köyde kalması için Ömer Emmi’yi ikna edememiştir. Sonunda pes etmiş Sarılar yolundan geri köye dönmüştür.
Ömer Emmi böylece Avanos’a varır. Varır varmasına da bacısı ile bir mesele yüzünden kavga eder. Gerisin-geri izinin üstüne Avanos’tan köye yola düşer. Kızı Emir’e göre aynı gün, bana göre de, bir gün sonra yola düşer. Çünkü aynı gün köye tekrar ulaşamayacağını bilir. Üstelik kardeşi Ayşe ile varır varmaz tartışmasının bir anlamı yoktur.
Ziyaret Dağı’na girince lapa lapa bir kar başlar. Ardından bir rüzgar, bir fırtına. Kar tipiye çevirir. Ömer Emmi sendeler bir çukurun içine düşer. Aslında yürüdüğü patika şeklinde, iki tarafı da uçurum, bıçak sırtı gibi bir kağnı yolu veya eşek yoludur. Yanındaki eşek, sahibi düşünce dolanır kalır etrafında. Sonunda eşek de yorulur. İkisi de oracıkta derin bir uykuya dalarlar ve bir daha da uyanamazlar.
Aradan dokuz gün geçer. Ancak o süre sonunda hava açar. Avanos’tan Özkonak’a doğru at üstünde mektup dağıtmaya çıkan bir postacı cesedi görür. Gün vurmuş, kar taneleri kısmen erimiş Ömer Emmi’nin ölmüş vücudu açığa çıkmıştır.
Köye haber ulaşır.
O günü ben de iyi hatırlarım. Sekiz - on yaşlarında çocuktum. dışarıda çok şiddetli bir ayaz vardı. O soğuklara bugün Sibirya soğukları deniyor. Tükürsen yere buz olarak düşerdi. Biz o akşam komşumuz Zekiye Bacı’nın evine toplanmış sobanın başında oyun oynuyorduk.
Mustafa Emmi kara haberi getirdi. Çocuk yaşımıza rağmen şok olmuştuk. Kar diz boyunu aşıyordu. Omar Emmi’yi getirip yudular, arıttılar. Sonra bir daha görüşmemek üzere birbirimize veda ettik.
Kara duman tepe pecelerden kıvrıla kıvrıla süzülüyor, acı tezek kokusu tüm köyü sarıyordu. Kadınlar Ferice Bacı’nın etrafında toplanmışlar ağlıyorlar, için için, iç çekiyorlardı.
Ferice Bacı kababoydan alıyordu:
Yüce tüter odamızın tütünü
Umudum yok büyütemem öksüzü
Ben de Omar’ımı gelir sanıyom
Kadife paltolu, kara şalvarlı
Omar’ımı yedi, açıldı dağlar
Eridi karları suları çağlar
Tez gel Omar kurbanın olam
Elleri koynunda bir yarin ağlar
Bana imiş zemherinin ayazı
Nasip olmadı bayram namazı
Tez gel Omar kurbanın olam
Çiçek açar bağlarının firezi
Ben bakarım Avanos’un yoluna
Zor ölüm öldü gider zoruma
Deli oldum çok görmez eller
Hasretim arşın elli, kulaç koluna
Evimizin kapısı mavi boyalı
Avanos dediğin engin havalı
Şaşırıp da Ziyaret’te gezerken
Bir kul yetişmedi ağzı dualı
Kardeşin evine görüyor kayıt
Ziyaret’te kalmış vallahi ayıp
Hele görseydin kele bacısı
Karlara boyalı o kara bıyık
Avanos’tan çıktım saat beş idi
Karlar yağdı ayaklarım üşüdü
Ne yaptım Kadir Mevla ben sana
Götürüp de bir dereye düşürdü
Şaşırdım yolumu gözlerim sakat
Dereyi çıkmaya kalmadı takat
Akşam oldu kar üstümü bürüdü
Özkonak dediğin bilmem kaç saat
Yeni dökmüş gazelini bağları
Ne çabuk kar yağdı ağardı dağlar
Kadir Mevla’m sana ne yaptım
Elleri koynunda tek kızım ağlar
Kara paltosunu duvara astım
Öksüz kuzusunu bağrıma bastım
Gelir diye güvenmiştim yarime
Bugün bayram günü umudu kestim
Bilgi: Yukarıdaki dizelerin elde edilmesinde bana yardımcı olan Şükran Şeref’e içten teşekkürlerimi sunarım. HÜSEYİN SEYFİ