Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam90
Toplam Ziyaret709834
Hippiler ve Yippiler

Yol kenarında çiçek satan genç bir Hippi kız l Oklahoma l ABD l 1973

“Hippi” kelimesi, İngilizce’de “güncel olan”, “modaya uygun” anlamına gelen “hip” kelimesinden türetilmiş. 1950'lerde San Francisco, Los Angeles ve New York gibi metropollerdeki bohem sanatçıları temsil eden, onlara ilham veren “Allen Ginsberg”, “Jack Kerouac” gibi, sıradan anlatı değerlerini, alışılmış yaşam tarzlarını reddeden, geleneklere karşı duran, özgürlükçü düşünce ve ifade tarzını benimseyen entelektüel kimseler, Hippi diye adlandırılmış. 

Hippi terimi daha sonra, büyük ölçüde, o dönem, “San Francisco Chronicle” adlı bir gazetede köşe yazarlığı yapan “Herb Caen”in, köşe yazılarında Hippilere ve yaşam tarzlarına sık yer vermesi sayesinde, 1967 yılından itibaren, Amerika Birleşik Devletleri, Kanada ve İngiltere de dahil olmak üzere, diğer tüm ülkelere yayılmış.

Hippi hareketi kısmen, ABD'nin Vietnam Savaşı'na katılmasına ve savaş boyunca işkence, tecavüz ve toplu infaz gibi sayısı belirsiz savaş suçu işlemiş olmasına muhalefet olarak ortaya çıkmış olsa da, “Hippiler”, "Yippiler" olarak bilinen aktivist yandaşlarının aksine, siyasetle pek meşgul olmamışlar, bir küstahlık olarak gördükleri hayatı istedikleri şekilde yaşamayı tercih etmişler.

“Yippiler” (Yippies) olarak adlandırılan “Uluslararası Gençlik Partisi” (YIP), Amerikan gençliği odaklı, savaş karşıtı, radikal ve devrimci bir hareket olarak, 31 Aralık 1967'de kurulmuş. Anti otoriter bir gençlik hareketi olan Yippiler, 1968'de bir domuzu ("Ölümsüz Pigasus") Amerika Birleşik Devletleri Başkanı adayı olarak göstererek, sosyal statükoyla alay etmişler.

‘Yippie'lerin bir akıma üyeliği ya da hiyerarşisi olmamış. Hareket, 31 Aralık 1967'de, New York'taki bir apartman dairesinde yapılan bir toplantıda Abbie HoffmanJerry Rubin, Nancy Kurshan ve Paul Krassner adlı aktivistler tarafından kurulmuş. Kendi anlatımına göre Yippi ismini, Hippi isminden esinlenerek olsa gerek, Paul Krassner icat etmiş. Neden Yippi? diye soranlara; Basın 'Hippi'yi yaratır da, biz 'Yippi’yi yaratamaz mıyız?" demiş.

Bilgi: Hippiler ve Yippiler, Encyclopedia Britannica’dan edinilmiş bilgiler ışığında yazılmış bir tanımlamadır!


kosektas.net, Köşektaş Köyü Bilgisunım Sayfası

Sosyalizm Nedir, Komünizm Nedir...?

SOSYALİZM NEDİR, KOMÜNİZM NEDİR, SOSYAL DEMAOKRASİ NEDİR?

 
Hocaların hocası Kâzım hocamızın oynattığı dolma kalemden fışkıran
mürekkeplerin yarattığı yazı dünyaları.  
kosektas.net

Musa Kâzım YALIM


 

26 Mayıs 2013, Pazar

Sosyalizm, en genel tanımıyla, toplum çıkarlarını birey çıkarlarından üstün tutan bir öğretidir. Sosyalizm, kapitalist bir toplumda adil olmayan gelir dağılımına karşı toplumsal mülkiyeti, böylece de üretim ve gelir dağılımında eşitliği savunur. Sosyalizm, farklı ülkelerde farklı şekilde uygulanmış olsa da, –doğru uygulandı, çarpık uygulandı, bu ayrı bir tartışma konusu- temelde, dengesiz gelir dağılımının insanlara refah ve mutluluk veremeyeceği düşüncesini savunur. Sosyalizmde; yeteneğe göre iş, emeğe göre ücret esastır!

Sosyalizmin son aşaması komünizmdir. Karl Marks ile Friedrich Engels’in geliştirmiş olduğu bu öğretiye göre, şartlar elverip o aşamaya ulaşıldığında, toplumsal sınıflar ve devlet ortadan kalkar, özel mülkiyet yerine ortak mülkiyet geçerli olur.  Komünizm, diyalektik materyalist veya özdekçi felsefeye dayalı bilimsel dünya görüşüne göre biçimlenmiştir. Komünizmde; yeteneğe göre iş, ihtiyaca göre ücret esastır!

Karl Marks ile Friedrich Engels’in bu öğretisi uğruna dünyada birçok olay yaşanmış, hatta milyonlarca insan hayatını kaybetmiştir. Tüm bu yaşananlar, mülkiyet sahibi sermayederleri ileri teknolojiye yatırım yapmaya  zorlamış, böylece hızlı ve kolay üretimin önü açılmış ve insan toplumunun ilerlemesi ivme kazanmıştır.

Sosyal demokrasi, Marksçılık temeline dayanan merkezi toplumculuk öğretisidir. Marksçılık, devrimci bir amaç gütmekle solcu toplumculuk, evrimci, reformcu ve revizyonist bir amaç gütmekle sağcı toplumculuk adları altında, iki ayrı kampa ayrılmıştır. Solcu toplumculuk devrimcidir. Sağcı toplumculuk parlementocu, yani demokratiktir.

Batı’da sosyal demokrat partiler işçi sendikalarıyla iç içe çalışırlar. Sosyal demokrasi budur ve Batı bunun için güçlüdür. Ülkemizde, sendikaların siyaset yapmaları yasak olduğundan, sosyal demokrat partilerin sosyal demokratlığı platonik (gerçekte var olmaz) kalmaktadır.  Ayrıca, sosyal demokratların sağında liberaller, solunda Marksistler yer alır. Batı’da gelişen Avrupa komünizmi dünyadaki siyasal yelpazeye yeni bir renk katmıştır. İşçisiz, sendikasız sosyal demokrasi olmaz!

Sosyal demokrat öğreti, bir takım revizyon ve reformlarla, parlementer demokrasi ve kapitalist piyasa ekonomisinin temel ekonomik kurallarını koruyarak, ekonomik ve siyasal eşitsizlikleri ortadan kaldırmayı amaçlar. Bunun için de;

  • Maddi üretim araçlarının, aşırı bir biçimde sermayeder bir azınlığın elinde toplanmasını önler.
  • Üretim araçları üzerindeki kamu mülkiyetinin genişlemesini sağlar.
  • Bankacılık gibi büyük işletmeleri kamulaştırır.
  • Herkesin, eğitim gibi, sağlık gibi hizmetlerden yararlanmasını ve sosyal güvenceye kavuşmasını sağlar.

Sosyal demokratlık; yalnızca bir görüntü, bir yafta ve halkı kandırmanın bir yolu değildir. Sosyal demokratlık, toplum karşısında takınılan cakalı bir poz da değildir.

Sosyal demokratlık; halk için, halk yararına, halkla birlikte çalışmaktır. Özveriyle, inançla emeğin, emekçinin hakkını vermek için, emekçi yığınlarıyla özdeşleşerek uğraş vermektir.

Emeğin değerinin bilinmediği, yönetiminde emekçinin etkinliğini gösteremediği partiler, sosyal demokrat ya da sol yaftalarla ortaya çıkamazlar.

Sosyal demokrat; emekten ve emekçiden yanadır. Bülent Ecevit’in sosyal demokratlığı; Biz devletçi değiliz. Biz, gelir dağılımında adaleti sağlayan bir piyasa ekonomisinden yanayız.

Tüm bunları bilmek bize zarar vermez. Aksine, olayların akışına, alışılmış şablonlar yerine, sağlam gözlükle bakmamıza ve böylece çevremizde olup bitenleri sorup soruşturmamıza olanak sağlar. Bir Fransız, bir İngiliz veya bir Alman kitaplığında bu ve benzeri konular üzerine yazılmış kitap sayısı kırk ila elli bin dolayındadır. Bizdeki bu sayı yüz‘ü geçmez. Bunun en büyük nedenlerinden biri, kapitalizmin tam takım taklavatıyla ülkemize uğramamış olmasıdır. 

Musa Kâzım YALIM

80 yaşını çoktan aşmış olmasına rağmen hâlâ cıncık gibi yazı yazabilen Kâzım hocamıza, kimilerinin hâlâ öcüden korkar gibi korktuğu konuları irdeleyerek açıklığa kavuşturduğu için çok teşekkür ederiz!

 

 

 


Yorumlar - Yorum Yaz
Köşektaş Hikayeleri
 
Köşektaş'ta altına bakmadık
taş bırakmadık!

Celalettin Ölgün

Tahavit

Kızılağıllı babası seferberlikte şehit olduğundan iki yaşında yetim kalmış. Anası, “Kardeşlerimin yanında büyütürüm!” diyerek, babaocağına, Köşektaş’a getirmiş. Orada büyütüp evlendirmiş. "Çocukluğunun çok sıkıntılı geçtiğini, yetimliğin, garipliğin, kimsesizliğin ne demek olduğunu benden daha iyi bilen çok azdır!", diye anlatırdı.

Gençlik yıllarında, o yıllarda kendini yeniden göstermeye  başlayan, tarikatçılığa heveslenmiş. Nevşehir ve çevresinde "Kadiri Tarikatı" öğretisini yaymaya çalışan Sulusaraylı Hüsamettin Hocaya bağlanmış ve bu yüzden de, o yıllarda köyün bağlı olduğu Topaklı nahiyesi Jandarma karakolunda, diğer yandaşları Hurşit, Kadirin Ali, Mehmet Şeref, Musa Şernaz, Mulla Şeref ve daha birçokları ile çok işkence görmüştü. Hepsi de o yıllarda; aşırı, hem de gösterişli bir biçimde ibadet etmişlerdir. Ömrünün son yıllarında, gerek hastalığından, gerek yaşlılığından dolayı, gerektiği gibi namaz kılamamaktaydı. Namazanı neden daha dikkatli ve düzenli kılmadığını soranlara; “Biz tarikatçılığımızın ilk yıllarında namazın demini aldırdık, kuzum!” diye, kendince savunma yapardı.

Sessiz, kendi halinde birisiydi. Yanık sesiyle kasideler söyler, Ramazan aylarında, camide, orucu karşılama ve uğurlama ilahileri okurdu.

1928 – 1936 yılları; etkisini en fazla Orta Anadolu’da gösterdiği söylenen, kıtlık yılları olarak bilinir. Üç – beş yıl süren kuraklıktan ot bile bitmemiş. Ekilen ekin bitmediği gibi, köylünün elindeki hayvanlar, yayılacak ot bulunamadıklarından, birer ikişer telef olmuş, ölüp gitmişler. Ege Bölgesi’nde durum farklı olmalı ki; eli iş tutanların çoğu İzmir, Aydın, Balıkesir gibi kentlere çalışmak için giderek, evlerini geçindirmeye çalışmışlar.

Birçok Köşektaşlı gibi, Tahavit’te, İzmir’e çalışmaya gitmiş. İş bulmuş, bulamamış, ama daha çok boş kalmış. Çalışmaya giden tüm gurbetçiler gibi, bitin, pirenin ve her türlü mikrobun kol gezdiği hanlarda sırtına sarıp götürdüğü yorgana sarılır yatarmış. Doyurucu bir iş yok ki, yeterli yesin, iyi beslensin. Böylesi bir ortamda yaşarken ıslanmaktan mı, yetersiz beslenmeden mi, yoksa başka bir nedenden mi, hastalanmış, öksürmekten çiğeri yırtılma noktasına gelmiş. Ateş, kusmalar, halsizlik. Bakıma ve tedaviye ihtiyacı var ama, kim bakacak, hangi parayla kim tedavi ettirecek? İzmir’e birlikte gittiiği Köşektaşlı yol arkadaşları kendi ekmeklerini kazanma çabası içindedirler. Biraz da babası Kızılağıllı olduğundan yabancı gibidir. Köhne bir han köşesinde çekilmez bir hale gelen hastalığı, yalnızlığı ile baş başa kalmıştır. Hana yatmaya gelenlerin acıyıp verdiği yiyeceklerle yaşamaya çalışmaktadır. Köyüne dönecek ne gücü, ne parası vardır.

Handa üç aydan fazla kaldığından hancı da bıkmıştır ama hiç uğramayan, arayıp sormayan köylüleri kadar da acımasız değildir. Hancı ile han sakinleri öldü ölecek diye beklerlerken, Belbaraklı Cansızın Veli gelmiş, durumunu görmüş, acıyarak ilgilenmiş. Trenle köyüne dönerken, Tahavit İbrahim’i de yanına alarak evine kadar getirmiş.

Tahavit, İzmir’de kaptığı hastalığı, hiç iş göremez bir şekilde, beş - altı yıl boyunca çekmiş, ancak altı yıl sonra askere gidebilmiş. Aynı hastalıktan kaynaklanan rahatsızlıkları ise bir ömür boyu taşımıştır.

Cansız’ın Veli, Köşektaş’a her gelişinde uğrar, “Daha ölmedin mi?” diye takılırdı.

Tahavitle karısı Gafer, her nedense, tarlada ekin biçerken, kavga etmişler. Kavga, sözlü atışma, bağrışmalarla bir müddet sürmüş. Tahavit, yerden bir taş alıp karısına doğru fırlatmış. Sonra bakmış, taş kötü gidiyor, bir tehlike yaratacak gibi. Arkasından bağırmış, “Kaç, kaç taş geliyor!”

Hile-i Şer'iye: Türkçe tanımı; şeriata hile karıştırmak olmalı. Halkımız, katı ya da uygulamada zorlandığı dinsel kuralları yumuşatmayı her zaman bilmiştir.

Erlikte çalınan dıbıdık duyulmamış olmalı ki, vaktinde kalkılamamış. Tan yeri attı atacak, ortalık hafiften ağırıyor. İmsak vaktinin sonu; ak ve kara iplik ayırt edilinceye dek olduğundan, Tahavitler, acelece kalkıp, pencerenin perdesini kapatmış, sırtlarını pencereye dönerek, erlik yemeğini tezce yemişler. Pencereden sızan  aydınlık görülüp de oruç mu sakatlanacak?
Tahavit: İbrahim Ölgün. Ölümü: 1986.
Hurşit: Hurşit Cesur
Cansızın Veli: Veli Cansız, Belbaraklı. Ölümü: 1970.
Gafer: Sultan Ölgün. Ölümü: 1994.
Erlik: Sahur.
Dıbıdık: Sahurda davul yerine çalınan teneke.
 
Bilgi: İlk kez 8 Nisan 2004 tarihinde yayınlanmış bir yazıdır.

kosektas.net, Köşektaş Köyü Bilgisunum Sayfası