Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi2
Bugün Toplam289
Toplam Ziyaret807681
Şair Nedim Uçar

Şair Nedim Uçar
5 Ocak 1945 - 26 Kasım 2018

Doğanın görkemliliğini yakalamış, anayurdunu karış karış dolaşmış, anadilinin doğurganlığının farkına varabilmiş, az şair vardır, işte onlardan biri Nedim Uçar’dır.

Şair Nedim Uçar'ın şiirleri, nadir görülen bir berraklıkta parlar; sade ve yalın, kısa ve açık dizeler, duygusal derinlik ve içgörü içerir. 

Şair Nedim Uçar’ın şiirleri okuyanları, karlı dağlara, sığ ormanlara, sarp yollara, alçak ovalara, coşkun ırmaklara, buz mavisi sabahlara, gül kurusu akşamlara, menekşe moru gecelere, göz kırpan yıldızlara, dik ve derin kanyonlara, sığ vadilere, engin denizlere, hırçın şelalelere, yüksek tepelere, davet eder.

Şair Nedim Uçar, günlük rutinleri derin düşüncelere dönüştürme konusunda son derece mahirdi. Bu maharetiyle bize, şiirin görkemliliğe ihtiyaç duymadığını; en karamsar günlerden, en mütevazı ortamlardan, en sessiz anlardan ve hayatın en bilindik kavşaklarından şiir doğabileceğini gösterdi.

Şair Nedim Uçar’ın şiirlerini okumak, doğanın gerçeği fısıldadığı, inzivanın bilgeliği tetiklediği bir dünyaya adım atmaktır. Nedim Uçar’ın her şiir kitabı şiirseverler için bir hazinedir. O kitaplardaki şiirler okuyanları, zengin imgeler ve kafiyeli sözler eşliğinde, doğal, ulusal ve evrensel değerlere ulaştırırlar!

Şair Nedim Uçar’ın Şiir Kitapları

  • Öksüz
  • Yağmurla Geliyorum
  • Gül Kurusu Akşamlar
  • Göz Kırpan Yıldızlar
  • Yıldızlar Düşer Avuçlarıma
  • Gün Işığında Zaman
  • Dünya Bir Dostluk Bahçesi
  • Titreyen Sular
  • Yıldızlar Ellerimde Ufalır
  • Yeşil Vadiler
  • Gönlümün Irmakları
  • Buz Mavisi Sabahlar
  • Dizelerle Nasrettin Hoca
  • Sılaya Özlem
  • Yolda Geçen Bir Ömür

Şair Nedim Uçar’ın kimi şiir kitabı kütüphanemizde mevcuttur, isteyenlere ücretsiz ulaştırılır.

kosektas.net, Köşektaş Köyü Bilgisunum Sayfası

Çocuklar ve Mektep Bahçesi



1945 yılında eğitim ve öğretime açılan ve 1980'li yıllarda yok edilen
Köşektaş Köyü İlkokulu ve Bahçesi.
Fotograf: Kuddusi
ŞEN
♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥

Dağdan inen taşına, sütdamında aşına,
Kimseler söndüremez, yandı gönül aşkına...
♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥

ÇOCUKLAR VE MEKTEP BAHÇESİ



Öğrencilik yıllarımdaki okul çoktan yıkılmış, ortaya geniş bir tarla alanı çıkınca, ağaç seven köylü oraya da çam fidanları dikmişti. Bu alanın adı eskiden beri ‘Mektep Bahçesi’ idi. Mektep Bahçesi’nin ortasına küçük bir çocuk parkı ile çocuklar için oyun yeri yapılmıştı. Gerçi göç
yüzünden köyde pek öyle çocuk da kalmamış, bu yüzden
mevcut iki okulun ikisi de kapanmıştı.

HÜSEYİN SEYFİ

27 Temmuz 2016, Çarşamba

Çocuklar ve Mektep Bahçesi, Hüseyin SEYFİ

Mevsim yazdan güze dönüp de Eylül ayına girilince havanın rengi değişmiştı. Yayla havası vardı bizim köyde. Yükseklerde rüzgar esintisi hiç durmuyor, sürekli poyrazdan vuruyordu. Poyrazın önü açıktı.

Öğrencilik yıllarımdaki okul çoktan yıkılmış, ortaya geniş bir tarla alanı çıkınca, ağaç seven köylü oraya da çam fidanları dikmişti. Bu alanın adı eskiden beri ‘Mektep Bahçesi’ idi. Mektep Bahçesi’nin ortasına küçük bir çocuk parkı ile beraber çocuklar için oyun yeri yapılmıştı. Gerçi göç yüzünden köyde pek öyle çocuk da kalmamış, bu yüzden mevcut iki okulun ikisi de kapanmıştı.

Eski sözcük kullanma alışkanlığım olmamasına rağmen ‘Mektep Bahçesi’ sözü çok hoşuma gidiyor. Bana hep eski Köy Enstitülerinin, Öğretmen Okullarının uygulama bahçelerini hatırlatıyor. Az çok kendi çocukluğumuzu da yaşadık. Köyümü her ziyaret edişimde Mektep Bahçesi’ne girer eski okul günlerime dönerek sanki öğrencilik yıllarımdan bir iz ararım.

Eylül ayının başı olmasına rağmen o gün hava sıcaktı. Mektep Bahçesi’nde, çocuk oyun yerinde, birkaç çocuk oynuyordu. Bahçenin dışında bulunan salkım söğüt altında hem bahçeyi hem de çocukları seyrederken aklıma bir muziplik geldi;

Tel çıt ile çevrili Mektep Bahçesi’ne usulca girdim. Yavaş yavaş çocuklara doğru ilerledim. Çocuklar, ilk gördükleri benden birazcık tedirgin olmuşlardı. Yaşları dört ile dokuz yaş arası değişiyordu.

‘Merhaba çocuklar!’ dedikten sonra oyuna başladım.

-  Çocuklar paranız var mı da burada oynuyorsunuz ?

-  ‘Ne parası’ der gibi önce yüzüme, sonra da birbirlerine bakıştılar. En

büyük görüneni;

-  ‘Paramız yok, ne yapacaksın?’ dedi.

-  Paranız yoksa burada oynayamazsınız, dedim. Sonra da;

-  Çocuklar, ben bu köye Park Bekçisi olarak geldim, diye kendimi

tanıtmış oldum.

-  Bundan böyle parkta oynamak parayla. Şimdi çıkartın paraları.

Çocuklar hep bir ağızdan,

-  Paramız yok, diye keyifle bağırıştılar. Sanki paralarının olmayışı onlar için bir şanstı. Belki de, o an, ben de gözlerinde bir eşkiya idim.

-  Pekala, paranız yoksa babalarınızın maaşından park parası olarak keserim, dedim.

-  Beş yaşlarında bir çocuk itiraz etti:

-  Ben baabmın maaşından kestirmem. Hem benim babam bu köyüm ımamı, dedi.

Yanına yaklaşarak saçlarından okşadım.

-  Adın ne senin ?

-  Ömer Faruk, dedikten sonra kendinden bir yaş küçük kız çocuğunu göstererek;

-  Bu da benim kardeşim, Eşe Nur, diye devam etti.

-  Pekala, dedim. Sana bir torpil geçelim de babanın maaşından kesilmesin.

Ömer Faruk işi başarıp araya torpil koymasından dolayı kendinden emin bir tavırla mutlu oldu.

Esmer olan çocuğa yaklaştım,

-  Peki sen kimsin? dedim.

-  Velican.

-  Babanın adı ?

-  Hilmi. Ama amca benim babamın maaşı yok ki, diyerek ablasını gösterdi.

-  Biz de kardeşiz.

Ablasını sırtına elimi koyarak,

-  Senin adın ne? diye sordum.

-  Gülşah, dedi.

Gölşah orada bulunanların en büyüğü idi.

-  Ne tatlı bir kızsın, kaç yaşındasın ?

-  Dokuz.

Zayıf, sarışın bir çocuk daha vardı. O da kendiliğinden konuşmaya başladı:

-  Benim babamın maaşı var. Biz İstanbul’da kalıyoruz. Babam İstanbul’da Noter yanında çalışıyor. Babamın adı Avni. Ama sen onu bulamazsın ki, maaşından da kesemezsin.

-  Aman çocuklar, babalarınızın maaşlarından kesmeyelim. Sizlerden de para pul almayalım. Buna karşılık yeni dikilmiş, şu en küçük çam fidanlarını sulayalım. Bakınız hepsi de boyunlarını bükmüş su istiyorlar.

-  Yaşasın diye hepsi birden bağırdı.

Niçin ‘yaşasın’ dediler? Maaş kesimi olmayacağı için mi, yoksa fidan sulanacağı için mi, pek anlayamadım.

-  Gülşah;

-  Nasıl sulayacağız? Diye sordu.

Ben de,

-  Pet şişeleri bulacağız, onlarla şu havuzdan su taşıyarak sulayacağız diye cevap verdim.

Sonunda herkesin gücüne göre büyük ve küçük pet şişeler bulduk. Her birimiz dolu şişelerle birer sefer yaptığımızda küçük çam fidanlarına yetiyordu. Çocuklar, suyu fidanların tepesinden dökmeyi seviyorlardı. Tepeleri ıslanan küçük çam fideleri etrafa mis gibi çam kokusu salıyorlardı. Ben, bu güzel kokuyu ‘teşekkür’ gibi algılıyor, çocuklar gibi seviniyordum; Bu fidanlar büyüyecek, altında bu çocukalr el ele kol kola dolaşacaklar, bazen de piknik yapacaklardı. Gün batacak, ay tepeden vuracak etrafı kahkahaya boğacaklardı. Kirli havasız, dumansız tertemiz mis gibi bir köy havası olacaktı. Çocuklar yaptıkları işin önemini kavramışlar zevk ve iştahla çalışıyorlardı. En küçükleri Eşe Nur elinde küçük bir gazoz şişesi havuza daldırıyor, su büngül büngül doluyordu. Eşe Nur önce keyifle suyu seyrediyor, sonra da koşarak gösterilen fidanın dibine döküyordu.

En gayretlileri de Velican idi. Esmer, çevik, sırım gibi bir yapısı vardı. Yedi sekiz yaşlarında görünüyordu.

Gülşah durmadan sorular soruyordu.

-  Amca senin adın ne? Buraya neden geldin? Ne iş yapıyorsun?

Ömer Faruk biraz mızıkçılık yapıyordu. Biraz sonra da ‘terledim’ diyerek üstündeki gömleği çıkardı. Onu gören Eşe Nur da ‘ben de terledim’ deyip o da üstünü çıkardı. Baktım, herkes soyunacak, orası üstsüzler plajına dönecek (!), yasakladım soyunmayı.

-  Hayır soyunmayın, giyinin, diyerek maaş kesimini ortaya tekrar getirince, giyindiler. Ne saf, ne temizlerdi. Yirmibeş yıl öğretmenlik yapmama rağmen çocuklara hiç doyamamıştım. Onlarda hep saflık, duruluk gördüm. Yaşasın, hep yaşasın çocukluk...

Bilgi - İki binli yılların başında yerel bir gazetede yayınlanmış, bize Hasan YILDIZ tarafından iletilmiş bir yazıdır. kosektas.net

 

>
Yorumlar - Yorum Yaz
Şiir Tanıtım Köşesi


Resim sanatçısı Özgür Yalım tarafından çizilmiş olan "Yaşamın Katli" isimli bu başyapıt resim severleri, insan doğasının karanlık yönleri üzerinde düşünmeye teşvik eder!
kosektas.net

Ateş ve Buz
Robert Frost

"Kimi der, dünya ateşle son bulacak
Kimi - buzdağına dönecek.
Arzuyu tattığım kadar,
Aklım ateşten yana olanlara kanar.
Ama iki kez son bulacaksa eğer,
Nefret hakkında yeterince bilgim var
Donarak batmak daha görkemli olacak,
Nefret ancak böyle son bulacak."

"Ateş ve Buz", XX. yüzyılın en ünlü Amerikan şairlerinden biri olan "Robert Frost"un bir şiiridir. 1920'de yayınlanan bu kısa ama etkileyici şiir arzu, nefret ve onlarla birlikte insanların yok oluş temalarını işliyor. "Robert Frost", son derece canlı ve özlü bir dil kullanarak dünyanın sonuna dair düşündürücü bir bakış açısı sunuyor.

Şiirin aslı dokuz dizeden oluşuyor, yani az kelimeyle çok şey söylüyor. İlk iki satırda "Robert Frost", "arzu" ve "nefret" kavramlarını dünyanın sonunun potansiyel nedenleri olarak düşünüyor. Ateşi, insanlığı yutabilecek tutkulu ve tüketen bir  istenç olan arzuyu temsil eden bir güç olarak sunuyor. Tersine, buzun insanlığı dondurup kontrol edebilecek soğuk ve yıkıcı bir duygu olan nefreti simgelediğini tasvir ediyor.

"Robert Frost", bu iki yıkıcı gücün potansiyel sonuçlarını tartışıyor. Ateşin yıkıcı gücünün hızlı ve hararetli bir yok oluşa yol açabileceğini, burada arzu yoğunluğunun teşvik görevi gördüğünü öne sürüyor. Öte yandan buzun kademeli ve amansız tahribatı, nefretin derin ve her şeyi tüketen doğasını temsil ediyor.

Son satırda "Robert Frost", gözlemlerini yansıtıyor ve hem ateşin hem de buzun dünyayı yok etme kapasitesine sahip olmasına rağmen, ateşle ilişkilendirilen arzunun daha tehlikeli olabileceğine ve muhtemelen yıkımın nedeni olabileceğine inandığını ifade ediyor.

Genel olarak, "Ateş ve Buz" insanlığın kendi kendini yok etme potansiyeline dair karanlık ve karamsar bir bakış açısı sergiliyor ve okuyucuları arzunun ve nefretin doğası ve bunların sonuçları hakkında düşünmeye bırakıyor.

"Ateş ve Buz" kısa ve açık bir dil kullanarak derin insani duyguları derinlemesine inceleyen, çok beğenilen bir şiir. "Robert Frost"un "arzu" ve "nefreti" temsil etmek için temel imgeleri ("ateş" ve "buz") kullanması şiire bir evrensellik duygusu getirerek okuyucuların kendi deneyimleriyle kişisel bağlantılar kurmasına olanak tanıyor.

Şiirin kısalığı da etkisini artırıyor. "Robert Frost", sadece dokuz satırda insanlığın potansiyel yıkımını özetliyor ve okuyucular üzerinde kalıcı bir izlenim bırakıyor. Şiirin özlü yapısı duygusal yoğunluğunu arttırıyor, çünkü her kelime anlam taşıyor ve genel temaya ve mesaja katkıda bulunuyor.

Üstelik ateş ve buzun yıkıcı güçleri arasındaki karşıtlık, okuyucuları arzu ve nefretle kendi deneyimleri üzerinde düşünmeye sevk ediyor. "Robert Frost"un bu duyguları keşfetmesi, kontrolsüz tutku ve kalıcı düşmanlığın tehlikelerine karşı bir uyarı görevi görüyor.

Dahası, "Robert Frost"un "Ama iki kez yok olacaksa eğer l Nefret hakkında yeterince bilgim var l Donarak batmak daha görkemli olacak l Nefret ancak böyle son bulacak" şeklindeki son cümlesinin muğlak doğası, daha derin bir yoruma davet ediyor. Bu, "Robert Frost"un hem arzunun hem de nefretin dünyayı yok etme potansiyeline sahip olduğunu düşündüğünü, ancak nefretin yıkıcı gücünü kabul edecek kadar iyi anladığını gösteriyor.

“Ateş ve Buz", az sözle çok şey anlatması, arzu ile nefretin derinlemesine araştırılması, okuyucuları insan doğasının karanlık yönleri üzerinde düşünmeye teşvik etmesi bakımından, güçlü ve düşündürücü bir şiir.

Kaynak: Literature English

kosektas.net, Köşektaş Köyü Bilgisunum Sayfası