Hoca'nın sabrı tükenmiş, Karpuzu ikiye ayırmış; Yarısını Kareli’ye vermiş, Yarısını kendi yemiş...
Kareli: Şavga Çöl. Akif Hoca: Akif Cesur.
Kerâmet: Mistik anlayışta, Allah'ın veli kullarına, ermişlere verdiği olağanüstü kudret ve güç. Sahibi it: Kimsesiz, sahipsiz anlamında.
İskender Cesur'dan dinlenmiş ve yazıya yansıtılmış bir hikayedir.
kosektas.net
Gürsoy Şeref
GÜRSOY ŞEREF - Resim Sanatçısı. Yüksek Lisans: Anadolu Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümü, Resim Ana Sanat Dalı, Eskişehir (2005-2008). Lisans: Anadolu Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Resim-İş Öğretmenliği, Eskişehir (2000-2004) Lise: Ankara Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi, Ankara (1996-2000).
Çizgi, 69 x 53 cm, Karışık Teknik 2004
Damlanın Gölgesi, 98,5 x 79 cm, Karışık Teknik 2004
Giz, 110 x 110 cm, Karışık Teknik, 2004
Düş ya da Ötesi, 110 x 116 cm, Karışık Teknik 2004
Düşün Kabusa Dönüştüğü An, 100 x 116 cm, Karışık Teknik, 2006
Helezonik, 99 x 69 cm, Karışık Teknik, 2004
Özgürleğe Davet, 99 x 109 cm, Karışık Teknik 2004
Sinsi, Hain ve Aptal, 110 x 110 cm, Karışık Teknik 2004
Sıralama, 51 x 72 cm, Karışık Teknik, 2004
Zahit ile Rint
Dinler, modern öncesi çağların eğitim-öğretim çevresi ve okullarıdır. İnsanların gönül dünyasına düzen vererek topluma da düzen vermiş olurlar.
Zahit; “hayatı” değil de öncelikle ve özellikle “öbür dünyayı” anlamaya çalışan, hep “oraya” doğru yol hazırlıklarıyla meşgul bir “kul”dur. Her şeye, her olaya din açısından bakar ve “dine uygun” veya “dine uygun değil” diye sınıflandırmalarla “fetvalar” vermek zorunda hisseder kendini. Şekilci ve kitabidir.
Zahit, bu dünyaya değer vermez, ahreti düşünerek, cenneti hak etmek için yaşar. Aklında hep sorularla gezer, hayatın her alanını kurallara bağlardı. Bu kurallara sadece kendisi uysa neyse… Herkesi de bu kurallara uymaya zorlar veya uymayanı kınardı; kendi aklına ya da tercihine göre yaşayanı “günahkâr” ilan ederdi.
Rint ise dini inanç taşımakla birlikte hayatındaki “bütün saatleri” şekilci dini kurallara göre ayarlamaktan kaçınan, hayatı sevinçleri ve hüzünleriyle bir bütün olarak gören kişidir. Gönül zenginliğine, hoşgörüye ve aşka değer verir. Asla dayatmacı değildir.
Din insanları, genellikle herkesin kendileri kadar dini bilgiyle donanmış olmasını, öğrenmeye heves etmesini, yüklenmesini bekler. Oysa demircinin, askerin, marangozun, nalbantın, balıkçının, çobanın, çiftçinin bir işi vardır; “zahit” gibi olamazlar. Hem “dünyaya gelmişken dünya nimetlerinden yararlanmak”, yaşamak, insanın hakkı olmalıdır. Diğer yandan düşünür ki israf haramdır. Allah, bunca nimeti ve güzelliği neden yaratmış ola ki?
Şair, hayatın gelip geçici olduğunu belirterek, zahidin şaraba saygı göstermesini bekliyor. İnsan olmanın farklı bir şey olduğunu hatırlatıyor.
Bir görüşe göre Hz. Hamza çok şarap içermiş. İçince de dağıtır ve sevimsiz olurmuş. Hz. Muhammet onu bu halde görünce, şarabın ona haram olduğunu söylemiş. Bu yaklaşım kalıcılaşmış ve giderek tüm Müslümanlara yasak olduğu ileri sürülür olmuş;
Ehline helaldir, na ehle haram, Biz içeriz bize yoktur vebali...
Bu dizelerde geçmişteki bu olaya bir gönderme, bir “telmih” var görünüyor. Biz dağıtmadan içeriz, bu yüzden bize bir ağırlığı, bir günahı yoktur… Şarap, içmesini bilmeyene haramdır. Ehil olmayan ondan uzak dursun.
Şarap, tasavvuf ehlinin dilinde “Tanrı aşkı” demektir. Tekke ise, aşk şarabıyla kendinden geçilen yer anlamında “meyhane”dir. Sevap almak için içeriz ve senin buna aklın ermez, bu başka bir hesaptır.. Biz meyhanede bu anlayışa ve bir ruh yüceliğine eriştik.
Tasavvufi düşünce ve inanç sisteminde “Tanrıda yok olmak” ve “Tanrıda yeniden var olmak” (Fenafillah-Bekabillah) amaçlanır. Bunun için bolca “şarap” (Tanrı aşkı) içilmelidir. Biz bu aşkla kandil geceleri kandile, kandilin içindeki fitile dönüşürüz. Tanrı aşkıyla öylesine kendimizden geçeriz ki bu ruh yüceliğiyle Tanrının varlığına ve birliğine delil oluruz; ama sen göremezsin, anlayamazsın bu hali… Şekle takılıp kalacağını ve bu sırlara eremeyeceğini düşünüyor.
Şeriat erbabı için bu kabul edilmez, anlaşılmaz bir haldir. Böyle bir şeye inanmaz. Tanrıya ancak öbür dünyada ve cennette ereceğini düşünür. Oysa rindane anlayışa göre cennet de cehennem de burada ve insanın gönlündedir. Ey Harabi, sen boşuna söylersin; ama daha fazla söze de gerek yoktur. Bilmeyen nasıl anlasın “gerçek” haramı, “gerçek” helali? Ve bir aşk içinde erimeyi?