Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam5
Toplam Ziyaret769593
Ruhande Tandoğan’a Veda



Bundan sonra ne olacağı yıldızlarda yazılıdır, ancak biz seni unutmayacağız, çünkü senin adın kalplerimizde yazılıdır!
kosektas.net

Ruhande Tandoğan'a Veda

Bugün, 3 Haziran 2025, yüreğimizi dağlayan acı bir haberle sarsıldık. Değerli teyzemiz, kıymetli bir öğretmen, bilge bir yol gösterici, merhametiyle kalplerimize dokunan Ruhande teyzemizi elim bir trafik kazasında kaybettik.

Hayatı boyunca, yalnızca öğrencilerine değil, çevresindeki herkese ışık olmuş bir insandı o. Sessizce iyilik yapan, kimseyi incitmeyen, her kelimesiyle öğreten, her bakışıyla huzur veren bir yürek.

Onun yokluğu, yalnızca bizim değil; ardında bıraktığı üç can kardeşimizin de yüreğinde tarifsiz bir boşluk açtı. Onlara sabır ve güç diliyoruz.

Ruhande teyzemiz, sen sadece bir teyze değil; bir anne, bir dost, bir öğretmen, bir rehberdin. Seni sonsuz özlem ve rahmetle anıyoruz.

Mekânın cennet, yolun ışık olsun!

Senin sevginle büyümüş herkes seni asla unutmayacak!

Atatürkçü Düşünce Derneği l Osnabrück l Almanya

Anasayfa

www.kosektas.net


Sadece piyano eserleri bestelemiş olan Frédéric Chopin bu eseri ablası Ludwika Chopin'e ithaf ederken şu ifadeyi kullanmış: "İkinci Konçertomun çalışmasına başlamadan önce bir egzersiz olarak kız kardeşim Ludwika'ya." Bu eser ayrıca, Varşova'nın Alman ordusu tarafından işgal edildikten hemen sonra, 23 Eylül 1939'da, Polonya radyosunun son canlı yayınında, Holokost'tan sağ kurtulan Polonyalı piyanist Władysław Szpilman tarafından çalınmış. Yıllar sonra Szpilman, bu parçayı Alman subayı Wilhelm Hosenfeld ile karşılaştığında da çalmış. Hosenfeld ise Szpilman'ın Nazi Dönemi'nde saklanmasını ve böylece hayatta kalmasını sağlamış. Wikipedia

KÖŞEKTAŞ'TAN PORTRELER l IV - YUSUF ÇELEBİ


Dört bölümden oluşan, "Köşektaş'tan Portreler" adlı yazı dizisiyle sitemize katmış olduğu renklilik ve zenginlikten ötürü Şair Dr. Salim Çelebi'ye çok teşekkür ediyoruz!

kosektas.net

ŞAİR DR. SALİM ÇELEBİ

IV - YUSUF ÇELEBİ

Amcamın oğlu, liseyi bitirinceye kadar yapışık ikizler gibi birlikte olduğumuz İbrahim’in (Çelebi) babasıydı Yusuf amca. Benim de babam sayılır.

7-8 yaşındayken, bugün ancak ülkemizin turistik sahil beldelerinde yazları giyilen kısa pantolonu, biz 50 yıl önce köyümüzde giyiyorduk.

Genç kızların, dikolta adı verilen (Sanırım ‘Dekolte‘ kelimesinden türetilen bir isim.) giysileri vardı: Boynun alt kısmı ve kolları açık, etek boyu diz kapaklarının üzerinde, pazenden yapılma bir giysiydi.

50 yıl sonra nerelere geldik!

Kadın vücutlarının zorla hapsedildiği yıllara!..

Benim, Yusuf amcayla ilk anım ta o yıllara kadar uzanır.

Uzayan saçımızı Yusuf amca keserdi. Bizim evde, üç numara saç kesen bir makine vardı, benim ve İbrahim’in saçı aynı anda kesilirdi. Birimizin saçı kesilirken seyrederdi diğerimiz. Saçı kesilenin, yağmur yağıyormuşçasına yaş akardı gözlerinden. Bıçağı yeterince keskin değil, biraz kördü: Kafamızda hareket ettikçe, kesemediği kılları yolup kopartırdı meret!

Birde şu parazit ilaçları!

Tanrım!

Birkaç ayda bir zorla içirilen solucan döktürücü şurupların o kadar iğrenç bir tadı vardı ki, yalvarırdık içmemek için Yusuf amcaya, fakat Nuh der Peygamber demezdi.

Ağlayarak ve öğürerek içerdik şurubu.

Ortak biçerdöverimiz vardı Yusuf amcayla. Önce Çukurova’ya, sonra Kırşehir’in Boztepe yöresine gider, çalışır ve daha sonra da köyümüzdeki ekinleri biçerdi. Son durağı ise Kayseri Uzun Yayla olurdu. Bir keresinde biçerdöverde yangın çıkmış ve yüzü-gözü yanmıştı!

Biçerdöverin garajı vardı hemen evimizin önünde. Tüm kış bakımını yapar ve gelecek sezona hazırlardı biçerdöveri.

Bir keresinde biçerdöverin motoru yanmış ve köyümüz koşullarında krankını taşlamıştı!

Yusuf amcanın, köyümüzde yaptığı bu krank taşlama işi, o zamanlar Kayseri’de bile sayılı yerlerde yapılabiliyordu!

Bizim, pergel ve cetvel kullanmayı bile zor yapabildiğimiz o yıllarda, “Kompas” kullanırdı Yusuf amca.

Ben ise, “kompas”ı yıllar sonra ancak fizik öğretmeni olacağım için üniversitede öğrenecektim.

Köyümüzle harman yeri arasında bulunan tarlalarımıza elma diktiler babamla. Su yoktu ve eşeklerin sırtında, her sefer, Göllüpınar çeşmesinden getirdiğimiz dörder teneke suyla sulardık fidanları...

Baktılar bu iş olmuyor, kuyu kazmaya karar verdiler. Maaile hep beraber günlerce çalıştık bahçede.

İbrahim ve ben lisede öğrenciydik, tarla işlerinde tembeldik biraz, kardeşlerimiz; Sadullah ve Erdal çok çalışkandılar. Bizim de çok çalışarak yorulmamız için, inat inadına daha çok çalışırlardı: “ Alağaz “ derdik onlara.

Günlerce çalıştıktan sonra nihayet su çıkmıştı kuyudan!

Sıra havuz yapmaya gelmişti ve dağdan getirilmişti havuz yapımında kullanılacak taşlar.

Yusuf amca, havuzun duvarına koyacağı herhangi bir taşı zor seçerdi: Koyacağı taşı İbrahim’den veya benden ister, koymadan önce yıkar, beğenmez başka bir taş daha ister ve onu da yıkadıktan sonra konuşlandırır; geriye çekilir şöyle bir bakar, hoşuna gitmez ise düzeltir ve geriye çekilerek yeniden kontrol eder ve koyacağı bir taş için belki de elli tane taşı denerdi. Çıldırırdık İbrahim’le ve “bu havuz on senede zor biter.” diye dert yanardık birbirimize!

Yaptığının sağlam olmasını istiyordu Yusuf amca. Biz ise biraz top oynamak veya gezmek istiyorduk, lise öğrenciliği döneminin verdiği heyecanla.

Öğrenciyken zaman zaman birkaç gün de olsa yanımızda kalırdı Kayseri’de.

Su testisinin üzerine çizmiş olduğu “Dünya” ile açıklamaya çalışırdı bize; ekvatoru, yengeç ve oğlak dönencelerini...

Uzun süre görememiştim, vefatından bir yıl kadar önce gördüm, yüksek tansiyon nedeniyle felç olmuştu ve zor konuşabiliyordu.

İnanıyorum ki ekonomik ve sosyo-kültürel olanaklar sağlanmış olsaydı, Yusuf amca, çağımıza damgasını vuran bir sanatçı veya bilim insanı olabilirdi!


Şair Dr. Salim Çelebi


Köşektaş Köyü Bilgisunum Sayfası'nda yer alan metin, resim, fotograf gibi tüm içeriklerin hakları asıl sahiplerine aittir! Söz konusu bu içerikler, sahiplerinin rızası olmadan, matbu ya da dijital, başka ortamlarda kullanılamaz!

kosektas.net, Köşektaş Köyü Bilgisunum Sayfası


www.kosektas.net|İletişim: kosektas@kosektas.com| Son Güncelleme: 7 Haziran 2025
Yerkürenin kuzey yarısında, ekvator ile kuzey kutbu arasındaki bölgelerde havaların Nisan ve Mayıs aylarından itibaren ısınmaya başladığını nereden bildikleri şaşırtıcı, hatta bir mucize olan leylekler, sıcak yaz aylarını geçirmek için, soğuk kış aylarını geçirdikleri ülkelerden geri dönerler, beş – altı ay gibi uzun bir süre bizim köyde kalırlardı. Altı - yedi ay gibi uzun bir zaman sonra, o kadar uzak mesafeleri katedip bizim köye gelen leylekler, sanki pusulaları varmış gibi, hedefi hiç şaşırmadan, Süllü amcanın tuvaletinin üzerindeki daha tam anlamıyla hazır olmayan yuvaya konarlar, gagalarını tüylerine gömerler, tüylerini kabartıp gerneştikten sonra, huzur içinde uykuya dalarlardı.
18.03.2012
Son günlerde sitemizde Çanakkale Savaşları’yla ilgili tartışma yazılarını ilgiyle izliyorum. 18 Mart tarihi yaklaştıkça konunun daha da güncelleşeceğini düşünüyorum. 18 Mart savaşın başlangıcı olarak kabul edilir, öyle bilinir. Oysa İngiliz birlikleri 19 Şubat 1915 tarihinden itibaren Settülbahir ve Kumkale mevkilerini bir ay boyunca bombaladı. Çanakkale Savaşı’nı bir bütün olarak değerlendirecek olursak 19 Şubat’ı başlangıç olarak kabul etmemiz gerekiyor.
17.03.2012
 2 
Sanatın İşlevi


Ahşap Yakma Resim
Gürsel Şeref
Sanat, şiddeti ortadan kaldırmalıdır, yalnız o yapabilir bunu!

Stefano d’Anna’nın, “Size öğretilen ve anlatılan dünyanın, anlatıldığı gibi olduğunu söyleyenler sadece anlatanlardır. Korkmanız, çekinmeniz, endişe etmeniz gerektiği söylenen her şey, bu betimlemenin pençesindeki insanların fikirleridir. Oysa bunlar olumsuz duygulardır ve hiçbiri dünyaya geldiği hâliyle insanın mayasında olan hisler değillerdir. İnsan korkusuz doğar. Korku, zorla öğretilir,” diye betimlediği korku imparatorluğunun kollarında yabancılaşan insan(lık) tablosu Munc’un resmettiği ‘Çığlık’tan başka bir şey değildir…

Savaşla, yıkımla, yoksullukla, kan ve gözyaşıyla beslenen karanlık ‘Çığlık’ tablosunda insan(lık)ın umudu yine insan(lık)a ait devrimci sanatta ve isyandadır.

Çünkü yaratıcı sanat, savaş yıkıcılığına karşı duran; durmakla kalmayıp iyi, güzel ve doğrunun önünü açan bir dinamiktir. Tıpkı Ingeborg Bachmann’ın ifadesindeki üzere: “Bir gün gelecek, insanların siyah ama altın gibi parlayan gözleri olacak; onlar, güzelliği görecekler, pisliklerden arınmış ve tüm yüklerden kurtulmuş olacaklar, havalara yükselecekler, suların dibine inecekler, sıkıntılarını ve ellerinin nasır bağlamış olduğunu unutacaklar. Bir gün gelecek, insanlar özgür olacaklar, bütün insanlar özgür kalacaklar, kendi özgürlük kavramları karşısında da özgür olacaklar. Bu, daha büyük bir özgürlük olacak, ölçüsüz olacak, bütün bir yaşam boyunca sürecektir…”

Sözü edilen özgürlüğün yaratılmasında barış için savaşan devrimci sanatın rolü büyük olacaktır…

“Nasıl” mı? Gayet basit: Sanat, insan(lık)ı hakikâte ulaştırır. Onunla gerçekleri tanır, tanımlar ve tahayyül ederek, harekete geçeriz.

Onun görevi, kopya etmek değil, ifade ederek, yol açmaktır.

Michel Foucault kaygılarını, “Beni şaşırtan, toplumumuzda sanatın bireylere ya da hayata değil de yalnızca nesnelere ilişkin bir şey durumuna gelmesi,” diye dillendirirken; Louis Aragon da ekler: “Yeni sanat, aynı zamanda hem ağacı hem ormanı gösteren, onları neden gösterdiğini bilen, ‘sanat sanat içindir’den mümkün olduğunca uzak, insana yardımcı olmak, yaşam yolunu aydınlatmak tutkusu içinde olan, yaşam yolunun anlamını da hesaba katan ve bu yolculuğun öncülüğünü yapan kaçınılmaz, zorunlu bir yeni gerçekçiliktir”!

Evet devrimci sanat yalnızca kendisine verilenle değil, verilmiş olanın imgelemiyle de yaratır dünyasını. İmgelem yetisi, dolayısıyla soyutlama edimi olmadan, nitelikli bir geçmiş, bugün ve kendine özgü bir kültür yaratamaz devrimci sanat…

Ancak şu da unutulmamalı: Sanatçı, diğer insanların ne istediğini fark edip, bu talebi karşılamaya çalıştığı anda, sanatçı olmaktan çıkar. Sıkıcı veya eğlenceli bir esnaf, dürüst veya sahtekâr bir ticaret insanı olur…

Temel DEMİRER