Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam108
Toplam Ziyaret759830
Norman Rockwell

Bir spor olayı, bir tartışma, zorlu bir çalışma, bir çeşit gevezelik, Norman Rockwell'in işlemiş  olduğu, resimlerine yansıtmış olduğu kimi konular, ancak uyum yıllarında ABD'li polis memurlarının himayesinde okula giden bir kız çocuğunu konu edinen “Hepimizin Yaşadığı Sorun” adlı çalışması, belki de en dikkate değer olanı.

Üretken ve yetenekli bir illüstratör olan Norman Rockwell, 20. yüzyılın ortalarında Amerika'nın en popüler sanatçısıymış ve haftalık The Saturday Evening Post dergisi için üç yüzün üzerinde kapak resmi çizmiş. 

Tarzı abartılı bir gerçekçilik olan Rockwell’in resimleri, gerçek gibi görünen insanlar, sadece bir miktar karikatür içeriyor. Rockwell zamanla, Saturday Evening Post'un okuyucu kitlesinin ilgisini çeken hikayeler ve karakterler konusunda uzmanlaşmış: Beyaz, Orta Sınıf Amerika, Yaramaz Çocuklar, Vızıltılar ve At Kuyruklular, Yakışıklı Kocalar ve Pembe Yanaklı Eşler, Nazik ve Kibar Büyükler, Sevimli Köpekler ve daha niceleri,  kimi zaman belirli bir anın hemen öncesinde, kimi zaman da  hemen sonrasında yakalanmışlar Rockwell’in fırçasına.

Resime konu olan Ruby Bridges, 1954 yılında doğmuş; aynı yıl yüksek mahkeme, aldığı bir kararla, o yıllarda okullarda yapılan ayrımcılığın anayasaya aykırı olduğunu ilan etmiş. Ancak, Ruby Bridges anaokuluna başladığı yıllarda, birçok okul yüksek mahkemenin aldığı karara uymamış. Ruby'nin ebeveynleri, New Orleans'taki okullarda yapılan ayrımcılığa karşı çıkmışlar, fakat bunun bedelini çok ağır ödemişler: Babası işini kaybetmiş, çiftçilikle uğraşan büyükannesi ile büyükbabası topraklarından ayrılmak zorunda kalmış. 

Evli ve dört çocuk annesi olan bayan Bridges Hall, New Orleans'ta, demokratik değerleri; hoşgörüyü, saygıyı ve tüm farklılıkların uyum içinde yaşamalarını teşvik etmek amacıyla, “Ruby Bridges Vakfı”nı kurmuş. Barack Obama, okullarda ayrımcılığa karşı başlatılan mücadelenin 50. yıldönümünde, Norman Rockwell Müzesi’ni Ruby Bridges Hall ile birlikte gezmiş ve o tablonun önüne geldiklerinde: "Eğer siz olmasaydınız, ben bugün başkanlık koltuğunda oturmayabilirdim!” demiş.

Ruby'nin okula yürüyüşü, Amerika’daki iç savaşa kadar uzanan bir tarihin parçası olmuş. Abraham Lincoln'ün özgürlük bildirgesine ve ABD anayasasında köleliği kaldıran bir değişikliğin kabul edilmesine rağmen, Afrika kökenli Amerikalılar hiçbir zaman tam anlamıyla özgür olamamışlar. 1800'lerin sonlarına gelindiğinde ise, güney eyaletlerde yürürlükte olan "Jim Crow Yasaları", siyah tenlilerin kütüphaneler, okullar, toplu taşıma araçları ve yüzme havuzları gibi herkese açık sosyal tesisleri beyaz tenlilerle paylaşmalarını engellemiş..

Bilgi: Bu sütuna aktarılan bilgiler, "The Saturday Evening Post" adlı haftalık bir derginin Internet sayfasından edinilmişlerdir! 

kosektas.net, Köşektaş Köyü Bilgisunum Sayfası

Köşektaş Köyü'ne Ortaokul Binası İnşa Etme Uğruna Yürütülmüş Çalışmalar

***Köşektaş Köyü'ne ortaokul binası inşa etme ereğiyle, 1975 yılının aralık ayında başlatılan, 1976 yılında sonuçlandırılan çalışmaların kimi safhalarını içeren yazıdır!***

Köşektaş Köyü benim anılarımda önemli bir yer tutar, çünkü orada yaşadığım her bir anı, ömrümü oluşturan karelerin birer parçalarıdır. Onları unutmam, yaşamımdan silip atmam söz konusu olamaz!

1968 yılında kurulan „Köşektaş Köyü Ortaokul Yaptırma ve Yaşatma Derneği’nin“ yöneticileri her ne kadar takdire şayan çalışmalar başlatmış ve yürütmüş olsalar da, yaşadıkları maddi sıkıntılar nedeniyle, ortaokul binasının inşasını başlatamamışlardı. Ortaokul binasının inşası için gerekli olan tüm hazırlıklar tamamlanmış, hatta temel atılmış, ancak bina yapımına başlanamamıştı.

O yıllarda, 1970`li yılların ortalarında, Köşektaş Köyü İlkokulu, her yıl kırkın üzerinde mezun veriyor, mezunların tümüne yakın oranı, orta öğrenimlerini devam ettirebilmek için, çevre il ve ilçelere akın ediyorlardı. Zaten kıt kanaat geçinebilen çoğu aileler, çocuklarının ilkokul sonrası eğitimlerini devam ettirebilmeleri için, çevre il ve ilçelerden, birer - ikişer odalı evler kiralıyor, kiraladıkları o evlere yüksek oranda kira ödüyor, bu da yetmiyor, bir öğretim yılı boyunca, sürekli git - gel yaparak, köy dışında okuttukları çocuklarına yiyecek, içecek ve yakacak taşıyorlardı.

Ailelerinin maddi durumu elvermeyen çocuklar ise, ne kadar yetenekli, ne kadar becerili olurlarsa olsunlar, ilkokul sonrası eğitimlerini devam ettiremiyorlar, ilkokulda aldıkları eğitimle yetinmek zorunda kalıyorlardı. Bu hem kendileri hem de ülkemiz için telafisi olmayan bir kayıptı.

Sorunun kaynağı belliydi. İhtiyaç olmasına rağmen, Köşektaş’ta orta eğitim veren bir kurum yoktu. Bu durum, köy halkını olduğu kadar, beni de rahatsız ediyordu. Bu nedenledir ki, gerek düğün ve cenaze merasimlerinde, gerek cuma hutbelerinde, bu sorunu sürekli canlı tutmaya, köy halkının duyarlılığını artırmaya çalıştım.

Sorunun çözümü de belliydi. Yaklaşık yedi - sekiz yıl önce, nice emek sarfedilerek kazılmış temel bizi bekliyordu. Yapılması gereken, köy halkını, özellikle de yurtdışında bulunan Köşektaşlı kardeşlerimizi güdüleyerek, yeni bir başlangıç yapmaktı. Zaten çok sürmedi. Zamanla hayallerimiz bir bir gerçekleşmeye, bu uğurda yürüttüğümüz faaliyetler, köy halkının büyük bir çoğunluğu nezdinde kabul görmeye başladı.

Bugün gibi hatırlıyorum. 1975 yılının aralık ayıydı. Öğle namazını henüz yeni kıldırmıştım. Cami kapısında Seyit Çavuş (Cesur)’la karşılaştım. Selamlaştıktan, hal hatır ettikten sonra, köy halkının ilkokul binasında toplantı halinde ve bir karar alma aşamasında olduğunu, benim de orada beklendiğimi ifade etti. İkimiz de, vakit kaybetmeden, ilkokula yöneldik. İlkokula vardığımızda, büyük bir kitle toplantı halinde idi. O zamanki dernek yönetiminde olan kimi arkadaşlar, daha okul girişinde bana yönelerek; inşasına devam etme kararı alınan ortaokul binası için ihtiyaç duyulan paranın tedarikini sağlamak amacıyla bir kişiyi görevlendirerek Almanya'ya gönderme kararı aldıklarını, görevlendirilecek o kişinin seçimle belirleneceğini, seçimde yarışacak adayların köy halkının önerisi doğrultusunda önceden belirlendiklerini, belirlenen o adaylar arasında benim de bulunduğumu ilettiler.

Köy halkının bana karşı göstermiş olduğu güven beni hem cesaretlendirmiş hem de gururlandırmıştı. Beni böylesi şerefli bir göreve layık gördüklerinden dolayı oradakilere teşekkür ettikten sonra; mesleğim icabı icra etmem gereken bir görevim olduğunu, bu sebepten dolayı yurtdışı görevinin, zaman sorunu olmayan, başka bir kardeşimiz tarafından üstlenilmesinin daha uygun düşeceğini söyledim. Ancak, oradaki kitle tarafından yapılan yoğun ısrar sonrası, aday olmayı ve seçime katılmayı kabul ettim. Daha sonra seçim için gerekli olan işlemler tamamlandı, kapalı oylama yapıldı. Yapılan kapalı oylama sonrası şahsıma verilen 105 oy gereği, dernek yönetimi tarafından Almanya'ya gitmek için görevlendirilmem gerekirken, kimi dernek yönetim kurulu üyelerinin öne sürdükleri şu gerekçe buna engel teşkil etti: “Gidemez, çünkü dernek yönetim kurulu üyeliği sıfatı yok!”

Bu gelişme üzerine, dernek yönetimdeki diğer arkadaşlar, dernek tüzüğünde yaptıkları bir değişiklikle, dernek yönetim kurulu üyeliği sıfatı edinmemi sağladılar. Yapılan ikinci oylamada, şahsıma verilen 104 oy gereği, aynı oylamada 94 oy alan Mehmet Tandoğan'la birlikte, Almanya'ya gitmek ve yardım toplamak maksatıyla görevlendirildim.

Tüm bu olup bitenlerden sonra, bir yandan pasaport için gerekli evrakların tedarikini sağlamaya başladım, bir yandan da Hacıbektaş İlçe Müftülüğü’ne müracaat ederek, yurtdışına çıkabilmek için, müsaade istedim. O yılların Hacıbektaş ilçe müftüsü sayın Bekir Özcan, bunun ancak yıllık izin hakkımı kullanarak ve yerine getirmekle yükümlü olduğum imamlık görevimi, yurtdışında bulunacağım zaman dilimi süresince, aksatmadan devam ettirebilecek bir vekil göstermem koşuluyla mümkün olabileceğini bildirdi. O yıllarda köyde bu görevi üstlenebilecek Mustafa Özdoğan vardı. Bu durumu kendisiyle konuştum, bir karara bağladım. Mustafa Özdoğan, yurtdışında bulunacağım zaman süresince, imamlık görevini üstlenecek, böylece köy cemaatı imamsız kalmayacaktı. Ben bu işlerle meşgul olurken, dernek yönetimi de mühür, makbuz gibi yardım toplamak için gerekli olan araç ve gereçlerin teminini sağlamaya çalışıyordu.

O günlerde, (Ocak 1976), yol arkadaşım Mehmet Tandoğan’ın eniştesi Mehmet Bozkurt arabayla Almanya’ya dönecekti ve yanında bizi de götürecekti. Bu durum bizim için bir fırsattı. Çünkü, Almanya'ya gitmek için, yol ücreti ödemeyecektik.

1976 yılının ocak ayı idi. Artık pasaport, mühür ve makbuzlar hazırdı. Yola çıkmamız için hiçbir engel kalmamıştı. Arkadaşlarla helalleştik, Mehmet Bozkurt ile birlikte Almanya’ya doğru yola çıktık. Çıktık ama, yolculuk boyunca geri çevrilme korkusu bizi bir türlü terk etmedi. Bulgaristan’ı sorunsuz geçtikten sonra, o yıllarda Yugoslavya’nın, günümüzde Slovenya Cumhuriyeti’nin Kranj Bölgesi’nde bulunan ve aynı zamanda Slovenya Cumhuriyeti’nin başkenti olan Ljublujana kenti üzerinden, Jesenice (Yugoslavya tarafı) / Villach (Avusturya tarafı) hudut kapısına gece çok geç vakitte vardık. Yugoslavya – Avusturya Hudut Kapısı orta yükseklikten oluşan dağların göbeğinde ve yüksek bir noktada idi. Şiddetli ve dondurucu bir soğuk vardı. Jesenice’yi sorunsuz geçtik. Ancak Avusturya’ya girişte bizi eğlediler, arabadan inmemizi istediler. Yapılan sorgulama sonucu, Avusturya’ya girişimiz uygun görülmedi ve geri çevrildik. Korktuğumuz başımıza gelmiş, Avusturya hudut kapısından geri çevrilmiştik. Donup kalmıştık, ne yapacağımızı bilmiyorduk. Edilen bir yığın masraf, katedilen onca yol, çekilen eziyet ve zahmetten sonra geri dönüşü bir türlü kabullenemiyor, çaresizlik içinde kıvranıyorduk.

Neden sonra Almanya’ya, Ljublujana üzerinden, demir ya da hava yoluyla geçme kararı aldık. Dışarıda kuru ve dondurucu bir soğuk vardı, durulacak gibi değildi. Hemen arabaya bindik ve sürdük. Kısa bir yolculuktan sonra Ljublujana’ya vardık. Mesai saatinin başlamasıyla birlikte, Almanya’ya bilet satın almak için, önce demir, sonra da hava yolları bilet satış noktaların müracaatta bulunduk. Ancak her iki noktadan da Almanya için bilet satın alamadık. Her iki kurumun da gerekçesi: Alman Dışişleri Bakanlığı’ndan kendilerine iletilen bir talimat doğrultusunda, kurum olarak, Almanya istikametine turist taşımama kararı aldıklarını ve bu nedenle de bize bilet satamayacakları yönünde idi. O yıllardaki yoğun işçi akınını durdurabilmek için, Alman Dışişleri Bakanlığı bu yönde bir önlem almayı gerekli görmüştü ve bu nedenle giriş kapılarında yapılan kontroller sıkılaştırılmıştı.

Hangi kapıya yönelsek yüzümüze kapanıyordu. Çaresiz, bitkin ve üzgündük. Geri dönmekten başka seçeneğimiz kalmamıştı. Ancak köye nasıl varacaktık, kime ne diyecektik, bilemiyorduk. Mehmet Bozkurt’la ağlaşarak vedalaştık. O arabasıyla Almanya’ya yöneldi, biz kalacağımız otele. Ljublujana’daki bir otelde geceledikten sonra, ertesi gün, saat 11:00 sularında, demir yoluyla İstanbul’a hareket ettik.

Saklanmaz bir gerçektir ki, Avusturya sınırından geri çevrilişimiz, kimileri tarafından sevinçle karşılanmıştı! Bu bizi yıldırmamış, ancak üzmüştü!

Aradan çok bir zaman geçmedi. Birkaç hafta sonra, (Mart 1976), dernek yönetimi almış olduğu bir kararı bana iletti: ’’Almanya vizesi için müracaatta bulunmak amacıyla, gerekli evrakları temin ederek, Ankara’ya gitmem talep ediliyordu.’’

Konuyu dernek yönetimiyle enine boyuna konuştuktan ve bir karara bağladıktan, gerekli evrakları tedarik ettikten sonra, Hacı Mehmet Akdemir ile birlikte, Ankara’ya doğru yola koyulduk.

Ankara’ya vardığımızda, o yıllarda Ulus Polis Karakolu’nda görevli olan Ertan Akdemir’in Mamak’daki evine misafir olduk, orasını ikamet gösterdik. Vize ve otobüs bileti için, o yıllarda Türkiye - Almanya arasında transit yolcu taşımacılığı yapan Bosfor Turizm Şirketi’ne, başvuruda bulunduk. Hemen ertesi gün, Almanya’ya gidebilmem için gerekli olan vize de, otobüs bileti de hazırdı. Tüm bu işlemler için Bosfor Turizm Şirketin’i tercih etmiştik. Çünkü Ali Osman’ın Hasan (Hasan Dündar) da aynı şirket otobüsüyle, aynı gün ve aynı saatte, Almanya’ya hareket edecek ve böylece bana arkadaşlık edecekti. Böyle uygun görmüş, böyle kararlaştırmıştık. Artık tüm hazırlıklar tamamdı. Köye dönüp hareket gününü beklemeye başladım.

Hareket günü gelip çattığında, Ali Osman’ın Hasan ile birlikte, Ahmet Ağa’nın Bekleme (Uçkuyu)’den, Kayseri otobüsüyle Ankara’ya, oradan da Bosfor Turizm Şirketi’ne ait bir otobüsle Almanya’ya hareket ettik. Uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra, Maribor (Avusturya) ve Salzburg (Almanya) sınır kapılarını sorunsuz geçtik.

Önce Münih kentine vardım. Münih ve çevresinde bulunan Köşektaşlılar tarafından büyük bir teveccüh ve ilgi ile karşılandım. Zaman kaybetmeden yola koyuldum, Münih’ten sonra Mainz’e vardım. Münih’de olduğu gibi, Mainz’de de büyük bir teveccüh ve ilgi ile karşılandım.

Merkez olarak Mainz’deki Cam Firması’nın Hayımı’nı belirledik. Çünkü orada çok sayıda Köşektaşlı ikamet etmekteydi. Orada yapmış olduğumuz ilk toplantıda: ’’Madem ki dernek yönetimi böyle bir karar aldı ve sizi buraya gönderdi, biz elimizden geleni yapmaya hazırız! Almanya’daki Köşektaşlılar olarak, kimseye el avuç açmadan, bu işi kendimiz başaracağız!’’ şeklinde bir karar alındı. Bu karar Almanya’daki tüm Köşektaşlılara ulaştırıldı.

Toplantıda alınan bu karardan sonra, yapılacak yardımların umulandan yüksek olacağını sezinledim. Köyle irtibata geçerek, ihale işini bir an önce halletmelerini önerdim. Bu önerim üzerine ihale, ben daha Almanya’da iken, Gülşehir’in bugünkü (2009) belediye başkanı sayın Erol Ünlüsoy’a verildi. Binanın inşaasına ise, ben döndükten hemen sonra başlandı.

O yıllarda yurtdışında bulunan Köşektaşlılar, yeni kurulan dernek ve yaptığı çalışmalardan haberdar olduklarından, gerekli hazırlık ve tedariki yapmışlardı. 1976 yılı, Osman Şeref’in işsiz olduğu yıldır. Almanya’da bulunacağım süre boyunca, Almanya’nın çeşitli kentlerinde yaşayan Köşektaşlılara beni arabasıyla Osman Şeref ulaştıracaktı. Almanya ziyareti bu şekilde tertip edilmiş, bu şekilde de uygulanmıştır!

Osman Şeref’le Almanya’yı kent kent dolaştık. Mainz’den sonra Köşektaşlıların yaşadığı diğer kentlere yöneldik. Stuttgart, Dortmund, Duisburg, Köln ve çevrelerinde bulunan tüm Köşektaşlılara ulaştık. Köşektaşlılar, ortaokul namına verdikleri yardımlara ek olarak, yakıt giderlerini karşılamak amacıyla, Osman Şeref’e ek yardımda bulunuyorlardı. Yukarıda da belittiğim gibi, Osman Şeref işsizdi ve yakıt giderlerinin bir türlü karşılanması gerekiyordu. Zaten yakıt giderlerinden başka bir giderimiz de yoktu. Köşektaşlıların kaldıkları hayımlarda eğleşiyor, onların pişirdikleri yemeklerden yiyor, onların içtikleri içeceklerden içiyorduk. Bu nedenle de, barınma-yeme-içme gibi temel ihtiyaçlarımızı karşılamak için, bir kuruş bile harcamıyorduk.

Mesafe olarak Mainz’e hayli uzak olan ve az sayıda Köşektaşlının yaşadığı Hamburg ve diğer kıyı kentlere gitmeyi uygun görmedik. Bu kentlerde yaşayan Köşektaşlılara haber göndererek, yardımlarını köydeki eşleri aracılığıyla ulaştırmalarını önerdik. Bu önerimiz sonrasıdır ki, kendilerine Almanya’da ulaşamadığımız Köşektaşlılar yardımlarını köydeki eşleri aracılığıyla ulaştırmışlardır.

Son durağım Frankfurt’tu. Frankfurt’taki Köşektaşlılar beni, beklemediğim bir eda ile ağırladılar, uçak biletine varana dek temin ettiler, sade bir törenle uğurladılar.

Özel bir havayolu şirketinin Charter uçağıyla İstanbul’a, İstanbul’dan, Türk Hava Yolları’nın iç hatlar uçağıyla, Ankara’ya geçtim. Ankara Esenboğa Havaalanı’ndan kiraladığım bir taksi ile Ankara Terminali’ne, oradan da otobüsle Ahmet Ağa’nın beklemeye vardım.

İnanılır gibi değildi. Otuz sekiz gün sonra toplanan meblağ, tamı tamına, 101.000 DM (Deutsche Mark) idi! Bir ara, Fransa’ya gitme kararı da almştık, ancak; “Ne olur, ne olmaz, sınırda sorun çıkabilir, bu da bize pahalıya mal olur.” kuşkusuyla vazgeçmiştik.

Yaklaşık kırk gün sonra beklenenden fazlasını elde etmiş olmanın verdiği keyifle varmıştım Köşektaş’a. Almanya’da biriken 101.000 Alman Markının bir kısmını, 4,50 TL karşılığında bankaya, bir kısmını da, 5 TL karşılığında Kızılağıllı Hacı İbrahim’e bozdurmuştuk. Yüklü bir meblağ birikmişti. Bu nedenledir ki, aslında üç derslik olarak tasarımlanan ortaokul binasının planını altı derslik olarak değiştirmiş ve uygulamaya sunmuştuk. Tüm masraflar karşılandıktan sonra, bir miktar daha para artmıştı. Artan o parayla, o dönemin Nevşehir İl Bayındırlık müdürü sayın Hamdi Tüfekyapan’ın desteğini de alarak, Karşı Mahalle’deki Sağlık Ocağı binasının yapımını gerçekleştirmiştik.

Yine o yıllarda, Ali Kea’nın Bayram (Karatekin) ve köy halkının desteğiyle, ek bir birikim sağlamış, sağlamış olduğumuz o ek birikimle minareyi yaptırmış, mezarlığın etrafını tel örgüyle çevirtmiş, imam evinin de tamiratını yaptırmıştık.

1976 yılında, ortaokul binasının inşaatı henüz devam etmekte iken, sık sık Ankara’ya gitmiş, ortaokulda eğitim ve öğretime daha o yıl başlanması için temaslarda bulunmuştum. O yıllarda Nevşehir milletvekili olan sayın Hüsamettin Başer’in bu konuda bana yardımı dokunmuş ve bu uğurda sarfettiğim çabalarımın hiçbiri boşa gitmemişti.

İzleyen günlerde sade bir açılış töreni düzenlemiş, Köşektaş Köyü Ortaokulu’nun açılış töreni için o yılların Nevşehir Valisi sayın Macit Sönmez’i, İl Millieğitim Müdürü sayın Yılmaz Atalay’ı, Köşektaş’a davet etmiştik. Nevşehir Valisi sayın Macit Sönmez’in açılış konuşmasının hemen başında bana dönerek söylemiş olduğu şu sözler hâlâ belleğimde:

"Bir din görevlisinin bu tür çalışmalarla içinde yaşadığı topluma faydalı olması takdir edilmesi gereken bir davranıştır! Üstün gayretiniz, özverili çalışmalarınız ve başarınızdan dolayı sizi tebrik ediyorum!"

Daha sonra törende hazır bulunan öğretmen arkadaşlara dönerek:

"Bir köy imamının elde etmiş olduğu başarıyı görmekteseniz. Bu davranış hepinize örnek olsun!" diyerek konuşmasına devam etmişti.

Köşektaş’a ait anı ve hatıraları unutmak ne benim için, ne eşim için, ne de çocuklarım için mümkündür. İstenmeden yaşanmış kimi olumsuzluklar olmuş olsa da, biz hiç kimseye kırgın ve dargın değiliz. Tüm Köşektaşlıları saygı ve sevgiyle selamlıyoruz.

Nuri Biçer l Köşektaş Köyü İmamı

Fotograflar: - Köşektaş Köyü Ortaokul Binası l Cengiz Şen l 2006 - Köşektaş Köyü Sağlık Ocağı Binası l Cengiz Şen l 2006

*Yazıntı ve bireşim: Lütfullah Çetin, 2009

  
354 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
Teyyareler Köye İndi


Hüseyin Seyfi

Unutulmaya yüz tutmuş konuları, berrak bir dille yazıya yansıtarak, Internet ortamında manşetleştiren öğretmen Hüseyin Seyfi'ye çok teşekkür ederiz!
kosektas.net

Köyde kiremitli derme çatma üç binadan biri okul, biri sağlık- ebe evi, buna, köylü ‘ebe damı’ diyordu. Diğer kiremitli ev ise askerlik görevini yaparken gözlerini kaybeden Omar Emmi’ye devlet tarafından yaptırılmıştı. Bunlara bir de çinko kubbeli camiyi sayarsak biraz modern görünümlü dört bina. Bu modern görünümlü dört binadan dolayı köye iki uçak indiğine tanık olmuştuk.

Islak bir mart ayında dört kızdan sonra Doyduk Teyze’nin üçüz doğurduğu seneydi. Mahallede yedi sekiz yaşlarında birkaç çocuk bebekleri merak edip, Doyduk Teyze’nin evine bebekleri görmeye gitmiştik.

Bebeklere sevgi ile bakarken dışarda şiddetli bir gürültü işittik. Ara sıra köye gelen motorlu araçların gürültüsüne koşan biz çocuklar, bebekleri beşiklerinde bırakıp dışarı fırladık. Toprak evlerin tepeleri bir anda insanlarla dolmuştu. Gökyüzünde iki uçak alçaktan uçuyor köy üzerinde sanki şov yapıyordu.

İnsanlar uçaklara el sallıyor, şapkası olan yetişkin erkekler şapkalarını ellerine almışlar uçakları selamlıyorlardı. Bir iki kişi de bayrak gösteriyordu. Uçaklar gökyüzünde üç beş kilometre kadar uzaklaşıyor, tam ayrılacaklar sanıldığı anda geri dönüyorlar alçaktan köy üzerinde uçuyorlardı. Sonunda bu kadar kalabalığın merakını ve selamlayışını kıramadı uçaklar ve arka arkaya iki kuş gibi harman yerine indiler. O zamana kadar değil uçak, doğru dürüst makinalı araç bile görememiş çocuklar ve köylüler karşıya, harman yerine hücum ettiler. Uçaktan birer pilot inerek köylüleri, köylüler de onları karşıladı.

Çok geçmeden uçakların iniş nedenleri anlaşılmıştı. Köyü Hacıbektaş sanmışlar geçerken Hacıbektaş Veli Türbesini ziyaret etmek istemişlerdi. Ebe evinin iki bayrağı sağlık ocağı, caminin minaresiz kubbesi Hacıbektaş Veli Türbesi görüntüsü vermiş pilotlar köye inmişlerdi. Taşıt olarak sadece at arabalarının kullanıldığı bir zamanda, tüm köylü ilk ve son kez köye inen tayyare görmüşlerdi.

Hüseyin Seyfi


Gerçekte bu bahçe eteğinde çiçeği olan herkese açıktır. Çiçeği bu bahçeye dikmek için; çiçeğin sağlam, sağlıklı ve kaliteli olması, çiçeğin güzel kokması gerekmektedir.

Hem bir bütün olarak hepimizin, hem de ayrı ayrı her birimizin olan bu bahçeyi çiçeklerinizden mahrum bırakmayın! kosektas.net, Köşektaş Köyü Bilgisunum Sayfası