Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi11
Bugün Toplam345
Toplam Ziyaret818106
Mutlu Bir Yıl Dileriz

Sürekli anlaşmazlığın ve uyumsuzluğun nedenleri; kadınla erkek arasındaki dinsel ve yasal engeller ile toplumların arasındaki sınırlar ve kurallardır!

Adnan YALIM

Önümüzdeki yıl çocuklarınıza, bilgi yerine, özgün olanı; müziği, spor yapmayı, resim çizmeyi, kitap okumayı, yemek pişirmeyi, insanların birbirlerinden farklı olduklarını anlamalarını sağlamak için de, empatiyi öğretin!

Ayrıca; semboller ve ritüeller yerine,

Değerleri; dil ve sanat, hukuk ve tarih, sorumluluk ve sorgulama, çevre ve iklim bilincini...

♠ Yaşamayı; kimseden emir almadan ve kimseye emir vermeden yaşamayı...

Benlik edinmeyi; "kul benlik" değil, "özerk benlik" edinmeyi...

Düşünmeyi; kimseden emir almadan, bağımsız düşünmeyi...

İnanmayı; safsatalara değil, başarıya inanmayı...

Başkalarına değer vermeyi...

Ekip çalışmasının önemini... 

...öğretin çocuklarınıza!

kosektas.net, Köşektaş Köyü Bilgisunum Sayfası
Ömer Emmi

Ömer Emmi hoş, sevimli bir komşumuzdu. Otuzlu yaşlardaydı. Siyah kadife şalvarlı, orta boylu, etine dolgun, koyu esmer olmamasına rağmen, siyahı tipli bir yapısı vardı. Evlerimizin yakın olması nedeniyle hemen hemen her gün bize gelirdi. Özellikle sabahları tandır yanarken birlikte tandır başında otururduk. Ömer Emmi hoş sohbet birisiydi ya da biz çocuklara öyle gelirdi. Çocuklarla oynamayı çok seven bir karaktere sahipti. O zamanlar küçük kardeşim Hacıba iki üç yaşlarında çok sevimli, tatlı dilli bir çocuktu. Ömer Emmi bize geldiğinde özellikle onunla oynamayı çok sever, Hacıba’nın kendine sopa (kösseği) ile vurmalarına, canı acısa bile, katlanırdı. Bazen çocuğa karşı yalandan ağlama numarası yapardı. Onu böyle ağlarken gören Hacıba da ağlamaya başlardı. Bu oyunu, çocuğu fazla üzmemek için çok uzatmaz elleriyle kapattığı yüzünü birden açar gülerdi. Bu arada tekrar sopayı yer, oyun böyle sürer giderdi. Hep oyun süresince Ömer Emmi her türlü nazımıza oynardı. Biz ona, o bize büyük bir sevgi ve saygıyla bağlanmıştık.

Ömer Emmi’nin gözleri görmezdi. Nasıl olmuşsa askerlik görevini yaparken bir hastalık musallat olmuş gözlerini alıp götürmüştü. Bu yüzden askeriyeden aylık bağlanmış ve devlet güzel bir de ev yaptırmıştı. O zamanlar köyümüzün tek kiremitli, çatılı evi olmuştu. Bugün hâlâ bu ev ayakta durmaktadır.

"Gözlerimde çok az ışık var!" derdi. Bunu biz de sezerdik. En çok sevdiği iş çeşmeye gidip su taşımak olurdu. Onun bin bir zahmetle taşıdığı suyu karısı Ferice Bacı çabucak harcar tekrar suya gönderirdi.

Eskiden komşuluk ilişkilerinde bir tat, bir lezzet vardı. Bu ilişkiler çok candan olur, çıkar gözetilmezdi. Bu sıcak ilişkilerden olacak sevgili kardeşim Ali (Hacıba) Ömer Emmi’yi bir türlü unutamadı. Bana hep, izinli geldiklerinde, "Ağabey Ömer Emmi’yi bir yazsana" dedi durdu.

Gerçekten de Ömer Emmi benim kafamda da uzun yıllar yer etti. Üstüne roman yazmaya kalktım. Bende sayfalar dolusu bu konuda yazı var. İnternete yazılacak öykü kısa olmalı, okuyucuyu sıkmamalı ve gerçek olmalı. Ayrıca ballı, şekerli olmalı ki insanlar özellikle "bizim kuşak" haz alsı , zevk alsın. Tabi bu arada küçükler de bir şeyler kazansın.

Köyüm benim için bir hazine, yazı kaynağım. Keşke önceleri araştırmalar yapsaydım. Kurtuluş Savaşı, Çanakkale Savaşı üstüne yaşayanlarla savaşlar üstüne görüşebilseydik. Onları kayıt edip belgelendirebilseydik. Bu açıdan ben kendimi hiç affetmiyorum… Neyse hikayemize dönelim:

Bir gün, sanıyorum iki bin yılının yaz sonunda yaya olarak köye gitmek üzere Avanos’tan yola çıktım. Bunun için iki amacım vardı: birincisi Ömer Emmi’nin yolunu keşfetmek, nerede, nasıl öldüğünü araştırmak ve olayı yaşamak. İkinci amacım, dokuz yaşında yaya olarak yaptığım Avanos yolculuğundaki çocukluğumu aramaktı.

İzlediğim yol eski bir yaya yoluydu. Aynı zamanda bu yoldan kağnılar ve at arabaları geçmişti. Çoktandır yol kullanılmıyordu. Yer yer kesiliyor önüme sonradan oluşmuş dereler çıkıyordu. Yürümekten aşırı şekilde bir haz alıyor ve düşünüyordum.

Köybağı’nı geçip Ziyaret Dağı’nı tırmanırken karşıma eski kör kuyuları andıran bir çukur çıktı, irkildim, az kalsın içine düşecektim. Çukura sap, saman, gazel yaprakları dolmuştu. Dikkatlice bakınca bu eski ve ıssız yerin çevresinin küçük taşlarla çevrildiğini gördüm. Çukurun gün doğumu yönünde büyükçe bir taş yığını duruyordu. Büyük bir ihtimalle Ömer Emmi’nin öldüğü yeri bulmuştum. Çevrili taşlar yosun bağlamıştı. Bu nokta hakkında önceden ön bilgiye sahiptim. O zaman anlatılan yer böyle bir yerdi. Çukurun etrafındaki taşları keşfe gelen jandarma çevirmişti. Olayı tekrar yaşadım. Garip bir duyguydu. Bu nokta ile karşılaşacağımı hiç tahmin etmemiştim. Aradan uzun yıllar geçmişti. İçim bir hoş oldu. İyice o yerin burası olduğuna kanaat getirmiştim.

12 Şubat 1963 günü Ömer Emmi, sabah erkenden Avanos’a gitmek için hazırlanır. Hava güzeldir. Karısı Ferice Bacı havanın güzel olmasına rağmen kış ortasında bu yolculuğa karşı çıkar. Ama Ömer Emmi karısına aldırmaz. Kafasına koymuştur. Avanos’ta yaşayan kardeşi Ayşe’ye bu kış gününde "kayıt kamet" görmüştür. Bunları bacısına ulaştıracaktır. Avanos yolculuğu üzerine karısı ile epeyce tartışırlar. Öyle ki, Ömer Emmi eşekle yola çıkmış karısı da tartışa tartışa arkasına düşmüş köyün dışına kadar arkasından yürümesine rağmen köyde kalması için Ömer Emmi’yi ikna edememiştir. Sonunda pes etmiş Sarılar yolundan geri köye dönmüştür.

Ömer Emmi böylece Avanos’a varır. Varır varmasına da bacısı ile bir mesele yüzünden kavga eder. Gerisin-geri izinin üstüne Avanos’tan köye yola düşer. Kızı Emir’e göre aynı gün, bana göre de, bir gün sonra yola düşer. Çünkü aynı gün köye tekrar ulaşamayacağını bilir. Üstelik kardeşi Ayşe ile varır varmaz tartışmasının bir anlamı yoktur.

Ziyaret Dağı’na girince lapa lapa bir kar başlar. Ardından bir rüzgar, bir fırtına. Kar tipiye çevirir. Ömer Emmi sendeler bir çukurun içine düşer. Aslında yürüdüğü patika şeklinde, iki tarafı da uçurum, bıçak sırtı gibi bir kağnı yolu veya eşek yoludur. Yanındaki eşek, sahibi düşünce dolanır kalır etrafında. Sonunda eşek de yorulur. İkisi de oracıkta derin bir uykuya dalarlar ve bir daha da uyanamazlar.

Aradan dokuz gün geçer. Ancak o süre sonunda hava açar. Avanos’tan Özkonak’a doğru at üstünde mektup dağıtmaya çıkan bir postacı cesedi görür. Gün vurmuş, kar taneleri kısmen erimiş Ömer Emmi’nin ölmüş vücudu açığa çıkmıştır.

Köye haber ulaşır.

O günü ben de iyi hatırlarım. Sekiz - on yaşlarında çocuktum. dışarıda çok şiddetli bir ayaz vardı. O soğuklara bugün Sibirya soğukları deniyor. Tükürsen yere buz olarak düşerdi. Biz o akşam komşumuz Zekiye Bacı’nın evine toplanmış sobanın başında oyun oynuyorduk.

Mustafa Emmi kara haberi getirdi. Çocuk yaşımıza rağmen şok olmuştuk. Kar diz boyunu aşıyordu. Omar Emmi’yi getirip yudular, arıttılar. Sonra bir daha görüşmemek üzere birbirimize veda ettik.

Kara duman tepe pecelerden kıvrıla kıvrıla süzülüyor, acı tezek kokusu tüm köyü sarıyordu. Kadınlar Ferice Bacı’nın etrafında toplanmışlar ağlıyorlar, için için, iç çekiyorlardı.


Ferice Bacı kababoydan alıyordu:

         Yüce tüter odamızın tütünü
         Umudum yok büyütemem öksüzü
         Ben de Omar’ımı gelir sanıyom
         Kadife paltolu, kara şalvarlı

         Omar’ımı yedi, açıldı dağlar
         Eridi karları suları çağlar
         Tez gel Omar kurbanın olam
         Elleri koynunda bir yarin ağlar

         Bana imiş zemherinin ayazı
         Nasip olmadı bayram namazı
         Tez gel Omar kurbanın olam
         Çiçek açar bağlarının firezi

         Ben bakarım Avanos’un yoluna
         Zor ölüm öldü gider zoruma
         Deli oldum çok görmez eller
         Hasretim arşın elli, kulaç koluna

         Evimizin kapısı mavi boyalı
         Avanos dediğin engin havalı
         Şaşırıp da Ziyaret’te gezerken
         Bir kul yetişmedi ağzı dualı

         Kardeşin evine görüyor kayıt
         Ziyaret’te kalmış vallahi ayıp
         Hele görseydin kele bacısı
         Karlara boyalı o kara bıyık

         Avanos’tan çıktım saat beş idi
         Karlar yağdı ayaklarım üşüdü
         Ne yaptım Kadir Mevla ben sana
         Götürüp de bir dereye düşürdü

         Şaşırdım yolumu gözlerim sakat
         Dereyi çıkmaya kalmadı takat
         Akşam oldu kar üstümü bürüdü
         Özkonak dediğin bilmem kaç saat

         Yeni dökmüş gazelini bağları
         Ne çabuk kar yağdı ağardı dağlar
         Kadir Mevla’m sana ne yaptım
         Elleri koynunda tek kızım ağlar

         Kara paltosunu duvara astım
         Öksüz kuzusunu bağrıma bastım
         Gelir diye güvenmiştim yarime
         Bugün bayram günü umudu kestim


Yukarıdaki dizelerin elde edilmesinde bana yardımcı olan Şükran Şeref’e içten teşekkürlerimi sunarım. HÜSEYİN SEYFİ 

  
1528 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
Ritüeller ve Gerçekler


Miladi Takvim ve Altında Yatan Gerçekler

Mevcut yılın 31 Aralık günü sona ermesi, tamamen takvim sisteminin nasıl tanımlandığıyla ilgilidir. Yani bu tarih “doğal bir zorunluluk” değil; insanların zaman ölçme biçiminin, hatta egolarının, batıl inançlarının bir sonucudur.

Aşağıdaki bilgiler konuya açıklık getiriyor:

📅 Miladi Takvim (Gregoryen Takvimi)

Bugün dünyanın büyük bir kısmı Gregoryen takvimini kullanıyor. Bu takvimde yıl, 1 Ocak’ta başlıyor ve 31 Aralık’ta sona eriyor.

Bu düzenleme, 1582 yılında, Papa XIII. Gregorius tarafından yapılmış bir reformla ortaya çıkmıştır.

🌍 Bir yılın uzunluğu dünya’nın güneş etrafındaki hareketine dayanıyor

Dünyanın güneş etrafındaki bir tam dönüşü yaklaşık 365,2422 gün sürüyor.
Takvimde bu 365 güne yuvarlanıyor; fazlalığı dengelemek için, 4 yılda bir artık yıl ekleniyor.

🕰️ Ayların uzunluğu ya da kısalığı tarihsel geleneklerden geliyor

Ayların 30 ya da 31 gün sürmesi, Şubat’ın daha da kısa olması gibi ayrıntılar tamamen Roma döneminden kalma kültürel ritüel ve tercihlerdir.

Yani 31 Aralık’ın yıl sonu olması, astronomik bir zorunluluktan çok, tarihsel bir alışkanlıktır.

Derinlemesine bakılacak olursa, Roma imparatorlarının kaprisleri bile işin içinde.

Roma takviminin bugünkü hâline gelmesinde gerçekten de imparator kaprisleri, politik rekabetler ve kişisel ego savaşları önemli rol oynamış. Bu yüzden, takvim tarihinin ciddi bir kısmı aslında “astronomi” değil, “insan doğası” tarafından belirlenmiş!

Roma Dönemindeki “Kaprisler” ve Takvime Etkileri

🎖️ Ayların isimleri imparatorların egolarına göre değiştirilmiş

- Quintilis, Julius Caesar’ın onuruna July (Julius) olarak değiştirilmiş.
- Augustus, Julius’tan geri kalmamak için, adını taşıyan ayın da 31 gün sürmesini istemiş.

Bu nedenlerden ötürü, diğer aylardan gün çalınmış; Şubat ayının güdük kalmasının sebebi “Benim ayım da onun ayı kadar uzun olsun” kaprisi olmuş.

🗳️ Politikacılar yılları uzatıp kısaltıyordu

Roma’da yılların başlangıcı konsüllerin göreve başlama tarihine bağlıydı.
Kimi politikacılar, görev sürelerini uzatmak, rakiplerini zayıflatmak için, yılı bilerek uzatıyor ya da kısaltıyorlardı.

Takvim bir süre tam bir kaosa dönüştü.

🧮 Papazların (Pontifex Maximus) keyfine göre ay ekleme ve çıkarma

Roma’da takvimi düzenlemekten sorumlu rahipler, ay ekleme (interkalasyon) yetkisine sahipti. Bu yetkiyi, dost bildikleri politikacıların görev sürelerini uzatmak, rakiplerininkini kısaltmak için kullanıyorlardı.

Yani takvim, bir tür siyasi manipülasyon aracıydı.

👑 Julius Cesar’ın reformu bile “kaprisli” bir düzeltmeydi

MÖ 46 yılında, takvim o kadar karışmıştı ki, o yıl 445 gün sürmüştü.
O yıl “confusion year” (karmaşa yılı) olarak bilinir.
Cesar, takvimi düzeltmek için bu hadsiz adımı atmıştı.

🎉 Sonuç olarak

Mevcut yılın 31 Aralık günü sona ermesi, sadece dünya’nın güneş etrafındaki dönüşüyle değil; aynı zamanda Roma imparatorlarının egoları, politik çekişmeler ve dini otoritelerin keyfi kararlarıyla da şekillenmiş bir tarihin sonucudur.

kosektas.net, Köşektaş Köyü Bilgisunum Saufası

Bilgi: Bu sütuna aktarılan bilgiler, aşağıya aktarılmış sayfalardan edinilmiş bilgilerin bir özetidir.

l de.wikipedia.org l ptb.de l religionen-entdecken.de l shutterstock.com l timeanddate.com l kulturpalast-dresden.de