Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi3
Bugün Toplam23
Toplam Ziyaret760872
Norman Rockwell

Bir spor olayı, bir tartışma, zorlu bir çalışma, bir çeşit gevezelik, Norman Rockwell'in işlemiş  olduğu, resimlerine yansıtmış olduğu kimi konular, ancak uyum yıllarında ABD'li polis memurlarının himayesinde okula giden bir kız çocuğunu konu edinen “Hepimizin Yaşadığı Sorun” adlı çalışması, belki de en dikkate değer olanı.

Üretken ve yetenekli bir illüstratör olan Norman Rockwell, 20. yüzyılın ortalarında Amerika'nın en popüler sanatçısıymış ve haftalık The Saturday Evening Post dergisi için üç yüzün üzerinde kapak resmi çizmiş. 

Tarzı abartılı bir gerçekçilik olan Rockwell’in resimleri, gerçek gibi görünen insanlar, sadece bir miktar karikatür içeriyor. Rockwell zamanla, Saturday Evening Post'un okuyucu kitlesinin ilgisini çeken hikayeler ve karakterler konusunda uzmanlaşmış: Beyaz, Orta Sınıf Amerika, Yaramaz Çocuklar, Vızıltılar ve At Kuyruklular, Yakışıklı Kocalar ve Pembe Yanaklı Eşler, Nazik ve Kibar Büyükler, Sevimli Köpekler ve daha niceleri,  kimi zaman belirli bir anın hemen öncesinde, kimi zaman da  hemen sonrasında yakalanmışlar Rockwell’in fırçasına.

Resime konu olan Ruby Bridges, 1954 yılında doğmuş; aynı yıl yüksek mahkeme, aldığı bir kararla, o yıllarda okullarda yapılan ayrımcılığın anayasaya aykırı olduğunu ilan etmiş. Ancak, Ruby Bridges anaokuluna başladığı yıllarda, birçok okul yüksek mahkemenin aldığı karara uymamış. Ruby'nin ebeveynleri, New Orleans'taki okullarda yapılan ayrımcılığa karşı çıkmışlar, fakat bunun bedelini çok ağır ödemişler: Babası işini kaybetmiş, çiftçilikle uğraşan büyükannesi ile büyükbabası topraklarından ayrılmak zorunda kalmış. 

Evli ve dört çocuk annesi olan bayan Bridges Hall, New Orleans'ta, demokratik değerleri; hoşgörüyü, saygıyı ve tüm farklılıkların uyum içinde yaşamalarını teşvik etmek amacıyla, “Ruby Bridges Vakfı”nı kurmuş. Barack Obama, okullarda ayrımcılığa karşı başlatılan mücadelenin 50. yıldönümünde, Norman Rockwell Müzesi’ni Ruby Bridges Hall ile birlikte gezmiş ve o tablonun önüne geldiklerinde: "Eğer siz olmasaydınız, ben bugün başkanlık koltuğunda oturmayabilirdim!” demiş.

Ruby'nin okula yürüyüşü, Amerika’daki iç savaşa kadar uzanan bir tarihin parçası olmuş. Abraham Lincoln'ün özgürlük bildirgesine ve ABD anayasasında köleliği kaldıran bir değişikliğin kabul edilmesine rağmen, Afrika kökenli Amerikalılar hiçbir zaman tam anlamıyla özgür olamamışlar. 1800'lerin sonlarına gelindiğinde ise, güney eyaletlerde yürürlükte olan "Jim Crow Yasaları", siyah tenlilerin kütüphaneler, okullar, toplu taşıma araçları ve yüzme havuzları gibi herkese açık sosyal tesisleri beyaz tenlilerle paylaşmalarını engellemiş..

Bilgi: Bu sütuna aktarılan bilgiler, "The Saturday Evening Post" adlı haftalık bir derginin Internet sayfasından edinilmişlerdir! 

kosektas.net, Köşektaş Köyü Bilgisunum Sayfası

KÖY ODALARI

CELALETTİN ÖLGÜN

İlk kez 2004 yılının Mart ayında yayınlamış olduğumuz "Köy Odaları" adlı bu geniş anlatı köyümüz öğretmenlerinden sayın Celalettin Ölgün tarafından yazıya yansıtılmıştır.


Anlatılanlara göre odalar, 80 - 90 yıl öncesinde, köydeki sülale denilen aile guruplarının, özellikle kış günleri, kendi aralarında toplanma yeri özelliğindeydi. Karayusuflular aşağı mahalledeki Ali Kea’nın, Kırımlılar orta mahalledeki Bılkınınoğlu’nun, Delioğlanlılar yine orta mahalledeki Ali Osman’ın ve Hacı Etem’in, Kelemenli ve Deliimmetliler Tıstıs Zekere’nin, Kızılhalilliler caminin yanında bulunan Hallavların, Meleklililer körçeşmenin hemen üstündeki Bekir’in, Handilliler Dişli’nin, Şehirliuşağı ise yukarı mahalledeki Konak adı verilen odada toplanırlardı. Bunlardan başka bugüne kadar gelmiş Samcak Ali’nin, Yaabın Irıza’nın, Turpoğlan’ın odaları bulunmaktaydı. Samcak Ali’nin odasına Köşgerliler ve en çok da odalarında kavga edenler, küskünler ya da uyumsuzlar giderlerdi. Konak’tan başka odaların hepsi sahipli olduğundan tüm giderler sahiplerince karşılanırmış. Fakat “Ortak eşek çulsuz gezer.” atasözünde de olduğu gibi kerme, tezek gibi yakacakların; beziryağı, gazyağı gibi aydınlatma gereçlerinin sağlanması, damının çoraklanması, temizliği gibi bazı işlerde oda sakinleri arasında sık sık sorun çıkarmış. Sürekli birbirlerine küs olan Çöllüler’in odası olmadığını da belirmek gerekir.

1945 yılından sonra (çok partili düzene geçiş dönemlerinde) bu sülale odaları; Demirkıratçı, Halkçı, Bölükbaşıcı odaları olarak ayrılmıştı. Halkçıların merkezi Zekere (Zekeriya)’nin odası, Demirkıratçıların merkezi Bılkıların ve Aliosman’ın odası olmuş. Bölükbaşıcılar da genelde Ali Ağa’nın odasını üs olarak kullanmışlar.

Odalara genellikle orta yaşın üstündekiler gidermiş. Gençler, yarı oda işlevi gören, ara sıra kağıt oyunları oynatılan ve dükkan denilen bakkallarda; lokum, helva ya da fıstık karşılığı oyunlar oynayarak vakit geçirirler, yeni yetmeler ise ahır sekilerinde eğlenerek zamanlarını değerlendirirlermiş.

Gerçekte odalar gelenek, görenek, ortak kültür ve toplu yaşama kurallarının yeni kuşaklara aktarıldığı, onların yetiştirildiği eğitim yuvalarıdır. Zaman zaman Ürgüplü Refik Başaran, Geycekli Aşık Hasan gibi saz ve söz ustaları odalara uğrar, oda sakinlerine hoş vakitler geçirtir, müzik şöleni verirlermiş. Bundan da önemlisi, köyde ya da çevrede bilen (alim) insanlarca din, ahlak, tarih ve tarım konularında bilgiler verici sohbetler yapılır; koyun, kuzu, şişek, toklu, yozlak, çeltek, at, kısrak, aygır, kulun, tay, deve, köşek, boduk, puhur, maya, kervan, savran, inek, öküz üzerine konuşulur, en çok da bu sohbetler sırasında oda sakinleri birbirlerine takılır, dedikodu yapar ve gerçekleşemeyecek tasavvurlarda bulunurlarmış. Zaloğlu Rüstem, Kan Kalesi gibi Hazreti Ali Cenkleri, Kerbela Vakası, Kısas-ı Enbiya, Binbir Gece Masalları, Kerem ile Aslı, Yusuf ile Züleyha, Arzu ile Kamber ve benzeri konularda kitaplar okunurmuş. Odaların önemli bir işlevi de, köyde evinde kalacak tanıdığı olmayan yolcuların, alışveriş için gelen çerçilerin, deşiricilerin atlarıyla, köpekleriyle konuk edilmeleri, barınma ve beslenmelerinin sağlanması yönünde sosyal içerikli bir yer olmasıdır. Özellikle dini bayramlarda erkekler bayram namazındayken, kadınların bin bir özenle hazırladıkları sini sini yemekler bu odalara getirilir, camiden çıkan erkeklerce bu yemekler yenir ve bayramlaşılır, bu sırada da küs olanlar da barıştırılırmış.

Odaların bir de yönetsel işlevi bulunmaktadır. Odası olmayan bir kimsenin muhtar adayı olması bile hoş karşılanmamıştır. Muhtar, odası olanlar içinden seçilmekte ve köyü bu odadan yönetmektedir. Muhtar odası, günlük oturulup vakit geçirilen yer olmanın yanında, köy içindeki basit anlaşmazlıkların çözümlendiği, küçük suçların cezalandırıldığı yerdir.

Ali Kea’nın odasında, o zaman köyün tek rüştiye okumuş, muhtarlık yaptığı dönemde, geçilmesi zor olan göllüpınar altındaki dereye mezar taşlarını söktürerek basamaklı taş set yaptırıp doldurtmasıyla da bilinen, bilgi yüklü ve “Ketıl” takma adlı Yusuf, her gece Kuran’dan tefsirler yapar, Cumhuriyet yönetiminin erdemlerinden anlatırmış. Ketıl’ın sohbetinde bulunup söyleşisini dinlemek isteyen meraklılar her gün ilk akşamdan odada yer kaparlarmış. Bu söyleşilerin ünü çevrede o denli yayılmış ki, Kayaltılı Topal Hasan Ağa, Karayağlaklı Lomen Ağa, Topaklılı Hacı Avşar Ağa, Çalışlı Rıza Bea bu sohbette bulunmak için zaman zaman gelip konuk olurlarmış. Ayrıca odada haftanın iki günü Abdullah Hoca’nın anlattığı ilginç masallar dinlenirmiş.

Buna dair şöyle bir anlatım vardır. Kel Nutu, kısa boylu, kurnaz birisidir. Ömrünün çoğu çobanlıkla geçmiştir. Onun için, “Değneği karnına dürtsen bir sürü koyun, kuzu meleyerek dışarı çıkar!” derler. Ali Kea’nın odasında, neden çıktığı bilinmeyen bir tartışma üzerine Nutu, Bambul’a: “Seni suya götürür, susuz getiririm.” diye meydan okumuş. Getiririm, getiremezsin, çeşmeye varınca içerim, içemezsin tartışması biraz da odadakilerin kışkırtmasıyla ciddileşmiş. Olayı sonuca bağlamak için çıkıp birlikte hiç konuşmadan ortaçeşmeye varmışlar. Bambul suyu içmeye hazırlanınca, Nutu’nun: “Bak arkadaş, biz tanık getirmeyi unuttuk. Şimdi sen içtim diyeceksin, ben içmedi diyeceğim, her ikimiz de yalancı çıkacağız. Gel gidelim bir tanık getirelim onun yanında içebilirsen iç.” önerisi Bambul’ca da uygun görülmüş, dönüp odaya gelmişler. Nutu: "Sorun bakalım su içti mi?” deyince Bambul’un, tanık, şahit gibi bir şeyler söylemesi gürültüye gitmiş ve neden su içmediğini kanıtlayamamış.

Aynı odada değişiklik olması için Abdullah Hoca bir akşam herkese, yaşamdan beklentilerini ve kendilerinin neleri olmasını istediğini sormuş. Kimi çok sulu bir tarlasının olmasını, kimi borçlarının ödenmesini, kimi bin baş koyunun olmasını, kimi hem iyi koşumluk hem de binek atlarının olmasını, kimi de ikinci bir eşi olsun istemiş. Sıra Atçı’nın Ahmet’e gelmiş. Onun istediği biraz farklıymış. “Kayseri’deki Kurşunlu Cami’nin hocasının ilmini isterim!” (Mehmet Akdemir’den derlenmiştir.)

Yine şöyle bir hikaye dillerde dolaşmaktadır. Dağınardı köylerinden birinde yaşayan bir şahıs, sığır güderim ya da bir sürüye çoban (veya çeltek) dururum umuduyla Zekere’nin odasına konuk olmuş. Önceden çobana “Bir tek Mehmet Ağa’nın çobana gereksinimi var. O da iyi it haylayanı sever, onu tutar. Akşam odaya gelince ona haylamayı iyi yaptığını gösterirsen, biz de zorlarız. Bu işi bitmiş bil.” demişler. Akşam oda sakinleri toplanmış. Köylü konuğa hoş beş ettikten sonra, değişik konularda sohbet başlamış, çoban adayı unutulmuş. Bunun üzerine çoban adayı bir anda diz vermiş, elini kulağına götürmüş; “Ha yavru ha! Ha yavru ha!” diye köpek haylamaya başlamış. Çobanın aniden bağırmasıyla odadakiler neye uğradıklarını şaşırmılar.. Sanki sürüye canavar saldırmış da köpekleri kişkirtip cesaretlendiriyor! Gündüzden çoban adayına akıl verip haylama zamanını işaret edenler ise köşede kıs kıs gülüyorlarmış.

Yine bu yıllarda yaşanan bir anı şöyledir. Turşu Ahmet, babası Musa Çavuş ve analığıyla iyi geçinmez, bazen kavga ederk, bazen küserek evden kaçıp gurbete çıkarmış. Gitti mi üç, beş yıl, hatta daha uzun süre gelmediği olurmuş. Bir seferinde yine uzun süre gidip geri dönmüş. Babasıyla küs olduğu için, belki araya girer barıştırırlar umuduyla, babasının oturduğu Zekere’nin odasına konuk olmuş. Aydınlatma aracı olarak kullanılan, duvarda asılı gaz lambasının tam altına oturmuş. Oda sakinleri birer ikişer gelip yerlerini almışlar. Musa Çavuş da gelip oturmuş. Bir zaman geçtikten sonra lambanın altındaki karanlığa sinmiş kişiyi merak edip: “Şu yeğeni tanıyamadım, kim ola?” deyince, topluluk hep bir ağızdan cevap vermiş: “Biraz sonra tanışırsın!”

Yine bu yıllarda Bılkı’nın başından geçenler şöyledir. Ne anlama geldiği bilinmez “Bılkı” babasının lakabı olduğu halde kendisi de Bılkı lakabıyla anılırdı. Kurtuluş Savaşı’na katıldığı halde “Savaştan kaçtığı için gazi sayılıp madalya alamadı” diye anlatılır. Birgün Bılkı’nın odasına Sarılar Köyü’ndeki eniştelerinden biri gelmiş. Hoş beşten sonra, merakıyla bilinen, o köyde çok tanıdığı olan oğlu Mahmut’un sorduğu her kişi ile ilgili, “İyidir zaar. İyidir zaar.” diye yuvarlak yanıtlar veriyormuş. Bılkı her sorusuna “İyidir zaar!” diye yanıt alınca, “Yahu enişte, sizin köyde kaç tane zaar var!” diye sormuş. Enişte sorudaki iğneyi anlayamamış olmalı ki, “Filanın var. Falancanın üç enikli karabaş zaarı var. Geçenlerde falan ala bir zaar getirdi.” diye Sarılar’daki zağarları saymış.

Yine bir gün Bılkı’nın odasına askerlik arkadaşı, Aşağıbararak Köyü’nden Hacı Sülü Ağa konuk olmuş. Söyleşilerden sonra bir ara Bılkı: “Sülü Ağa, sana çay, kahve ikram ederdim ama dolabın anahtarını yitirdik, açamıyoruz.” demiş. Hacı Sülü de bunun üzerine, cebinden kendi dolabının anahtarını çıkarıp, Bılkı’nın dolabını açmış. Fakat gördükleri karşısında şaşırmış; çünkü dolap bomboşmuş. “Hani lan burada çay, şeker? Hani kahve? Yok olduğu halde beni mi kandırıyon?” deyince, Bılkı: “Misafirliğini bil ulan dürzü. Misafir ev sahibinin eşeği sayılır, önüne ne dökerse yedirir, nereye isterse oraya bağlar! Dölek dur.” diye uyarmış. (Mehmet Akdemir’den derlenmiştir.)



0 Yorum - Yorum Yaz
Teyyareler Köye İndi


Hüseyin Seyfi

Unutulmaya yüz tutmuş konuları, berrak bir dille yazıya yansıtarak, Internet ortamında manşetleştiren öğretmen Hüseyin Seyfi'ye çok teşekkür ederiz!
kosektas.net

Köyde kiremitli derme çatma üç binadan biri okul, biri sağlık- ebe evi, buna, köylü ‘ebe damı’ diyordu. Diğer kiremitli ev ise askerlik görevini yaparken gözlerini kaybeden Omar Emmi’ye devlet tarafından yaptırılmıştı. Bunlara bir de çinko kubbeli camiyi sayarsak biraz modern görünümlü dört bina. Bu modern görünümlü dört binadan dolayı köye iki uçak indiğine tanık olmuştuk.

Islak bir mart ayında dört kızdan sonra Doyduk Teyze’nin üçüz doğurduğu seneydi. Mahallede yedi sekiz yaşlarında birkaç çocuk bebekleri merak edip, Doyduk Teyze’nin evine bebekleri görmeye gitmiştik.

Bebeklere sevgi ile bakarken dışarda şiddetli bir gürültü işittik. Ara sıra köye gelen motorlu araçların gürültüsüne koşan biz çocuklar, bebekleri beşiklerinde bırakıp dışarı fırladık. Toprak evlerin tepeleri bir anda insanlarla dolmuştu. Gökyüzünde iki uçak alçaktan uçuyor köy üzerinde sanki şov yapıyordu.

İnsanlar uçaklara el sallıyor, şapkası olan yetişkin erkekler şapkalarını ellerine almışlar uçakları selamlıyorlardı. Bir iki kişi de bayrak gösteriyordu. Uçaklar gökyüzünde üç beş kilometre kadar uzaklaşıyor, tam ayrılacaklar sanıldığı anda geri dönüyorlar alçaktan köy üzerinde uçuyorlardı. Sonunda bu kadar kalabalığın merakını ve selamlayışını kıramadı uçaklar ve arka arkaya iki kuş gibi harman yerine indiler. O zamana kadar değil uçak, doğru dürüst makinalı araç bile görememiş çocuklar ve köylüler karşıya, harman yerine hücum ettiler. Uçaktan birer pilot inerek köylüleri, köylüler de onları karşıladı.

Çok geçmeden uçakların iniş nedenleri anlaşılmıştı. Köyü Hacıbektaş sanmışlar geçerken Hacıbektaş Veli Türbesini ziyaret etmek istemişlerdi. Ebe evinin iki bayrağı sağlık ocağı, caminin minaresiz kubbesi Hacıbektaş Veli Türbesi görüntüsü vermiş pilotlar köye inmişlerdi. Taşıt olarak sadece at arabalarının kullanıldığı bir zamanda, tüm köylü ilk ve son kez köye inen tayyare görmüşlerdi.

Hüseyin Seyfi


Gerçekte bu bahçe eteğinde çiçeği olan herkese açıktır. Çiçeği bu bahçeye dikmek için; çiçeğin sağlam, sağlıklı ve kaliteli olması, çiçeğin güzel kokması gerekmektedir.

Hem bir bütün olarak hepimizin, hem de ayrı ayrı her birimizin olan bu bahçeyi çiçeklerinizden mahrum bırakmayın! kosektas.net, Köşektaş Köyü Bilgisunum Sayfası