Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi12
Bugün Toplam195
Toplam Ziyaret773531
Eski Bir Takıntı

Okuyan Kızlar Eski Takıntı

Hüseyin Seyfi

Hasanoğlan Köy Enstitüsünden çevrenin baskısı ile,  “ahlakı bozuluyor” diye alınan kız öğrenciler günümüzde yaşıyorlar.

Yolda geçerken, Beden Eğitimi dersinde eşofmanlı kızları görüp, “Bunların her tarafı meydanda” diyerek yaygarayı basanlar, yaşları gereği bu dünyadan göçüp gitseler de aynı düşünceyi taşıyanlara, “bitti” diyemiyoruz.

Dedikodulara fazla dayanamayarak,  babası tarafından, Hasanoğlan Köy Enstitüsünden  zorla alınmış, şimdilerde, yetmiş yaşından fazla bir kadınla yaptığım söyleşide, okuldan alınmasını daha dün gibi hatırlıyor ve gözyaşlarına boğuluyordu. “Evladım, o zaman okul çevresinde bile erkeklerle konuşmamız  yasaktı. Kendi köylüm Musa Kâzım, aynı okulda, ayağını duvardan aşağı sallar, erkekler bahçesinde kitap okurdu. Yanına varıp selam vermek, köy özlemimi gidermek isterdim, fakat sınıf ablam müsaade etmezdi. Nedensiz yere, sırf dedikodular yüzünden daha bir yılımı bile tamamlamadan, 12 yaşında, okuldan alınmam öyle zoruma gidiyor, öyle gücüme gidiyor ki, aha,  bugün aynı okulda okuyacaksın deseler gider okurum. Bu yaşıma kadar içimde bir acı olarak kaldı. Hacca gittim. Beş vaktimi kaçırmam. Kuran okurum. Sebep olanların, Allah o yobazların belasını versin!” diyordu.

Köyümde aydınlanma, kız çocuklarının okuması, Türkiye köylerine göre çok erken başlamıştır. Atmışlı yıllardan beri, tahsil açısından kız erkek ayrımı gözetilmedi.

Yetmişli yılların başında bir gün imam, hatırladığıma göre, “Üniversitelerde kızlar çocuk aldırıyor, okutmak caiz değildir” deyince, köylü tepki gösterip, imam hakkında imza kampanyası düzenlemiş ve imam merkeze aldırılmıştı. Sonradan bu imam ilçenin birinden, düşüncesine uygun bir partiden belediye başkanı seçildi.

Pakistanlı kız öğrenci Malala’yı çoğumuz tanıyoruz. Kız çocuklarının okuması uğruna küçük yaşta yaptığı mücadelede, kız çocuklarının okumasına karşı radikal güçler tarafından kafasından vurularak ağır yaralanmıştı.

Örneklerin bir sayfaya sığması mümkün mü?

Sevgili ülkemin gündeminde, yurtlarda, öğrenci evlerinde kalan üniversiteli kız çocukları var. Belki de bir iki münferit olay yüzünden, üniversitelerde okuyan kız çocuklarının ana babalarının kulağına kar suyu kaçırılıyor ve bu yüzden dolaylı olarak itham altındalar. Ülkem konu üstünde çalkalanmakta. Her telden nağmeler vuruluyor.

Kaliteli bir eğitim verebiliyor muyuz?

Kızlarımıza sağlıklı, güvenli barınaklar sağlayabiliyor muyuz?

Onları bilinçlendirebiliyor muyuz?

Ne güzel yazmış yazarın birisi, “Gençliğini yaşayamayanlar gençliği tanıyamazlar” diyor.

Üniversite gençliğinin içinde bulunmayanlar, çağdaş gençliği tanımayanlar onlara nasıl güvensinler?

Bilmezler mi ki, onların merhabası sıcaktır, içtendir, candandır, samimidir ve dostçadır.

Kız erkek ilişkilerinde, her şeyi uçkura bağlamak,  medrese eğitimi almışların işi olsa gerek.

Hüseyin Seyfi

Muzaffer Şen - Paşa


♣♣♣ Muzaffer ağabeyi kaybetmiş olmanın üzüntüsü içerisindeyiz! ♣♣♣

İstanbul 20. Noteri Muzaffer Şen (Paşa)'in 7 Aralık 2011 Çarşamba günü sabah saat sekiz sularında hayatını kaybetmiş olduğunu büyük bir üzüntü
ile öğrenmiş bulunmaktayız. Kendisine ebedi istirahat, kederli
eşine, çocuklarına ve yakınlarına baş sağlığı dileriz!
kosektas.net
  
Muzaffer Şen
1946 - 7 Aralık 2011 İstanbul
Saygıyla Anıyoruz!

Muzaffer Şen Kimdi?

1946 yılında Köşektaş'ta doğan Muzaffer Şen, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinden, 1971 yılında mezun olduktan sonra, Kozaklı Noteri olarak çalışmaya başladığı 1978 yılının Ağustos ayına dek, avukat olarak çalıştı. İzleyen yıllarda, Kırşehir ikinci ve İstanbul yirmi dokuzuncu Noterliklerinde görev yapan Muzaffer Şen, 01.11.1995 tarihinden itibaren, emekli olasıya dek, Bakırköy yirminci Noterliği görevini yürüttü. Her nerede olusa olsun sayılan, sevilen, yurtseverliği ve yardımseverliği ile tanınan Muzaffer Şen, evli ve üç çocuk babasıydı. Muzaffer Şen'in naaşı, 08 Aralık 2011 Perşembe günü Köşektaş'ta defnedildi. Işığı ve toprağı bol olsun!

kosektas.net, Köşektaş Köyü Bilgisunum Sayfası




 Öğretmen Suzan Şen Şeref'in, yaklaşık yedi hafta önce kaybettiği
ağabeyi Muzaffer Şen için yazmış olduğu iç koparan dizeler.
AĞABEYİM

I

II
 III

Sana Nalen tapıyordu
Gözlerine bakıyordu
Yalnız koydun bizi ağabey
Senle hayat akıyordu.

Meğer hayat yalanmış
Umutlarım hayal oldu
Zaman uzun, ömür kısa
Ağabeyime doyamadım.

Felek bize ters bakıyor
Fani dünya can yakıyor
Ebediyen gittin ağabeyim
Rahat uyu sen yatıyorsun.

Ceren kızı hep sorardı
Onunla gurur duyardı
Dayısını unutmasın
Onun yolunda yürüsün.

Sana yakın olacağız
Mezarına varacağız
Hallerini sorup ağabey
Sana saygı duyacağız.

Kırkı geldi okunacak
Eşler dostlar toplanacak
Herkes onu öve öve
Dualarla anılacak.

Yalnız kaldım şiir yazdım
Bacılarımı çok üzdüm
Serap resmini yaptırmış
Gördüğümde seni buldum.

Nalen bacın hiç duramaz
Seni yanında bulamaz
Sana olan acısını
Yıllar geçse hiç silemez.

Nedim, Buse seni bekler
Günlerine keder ekler
Senin yollarına bakar
Gözlerinden yaşlar akar.

İstanbul’un yolu uzak
Felek kurdu bize tuzak
Anam oğlu çok özledim
Gelemen yolların uzak.

Yaptığın iş hiç olmadı
Boşlukların hiç dolmadı
Yattığın yerler nur olsun
Rahat uyu sen ölmedin.

Yengem boşluğa bakıyor
Gözünden yaşlar akıyor
Sensiz yalnız yapamıyor
Senin yoluna bakıyor.

Köye gelir hiç duramaz
Seni yanında bulamaz
Kalbi senin için çarpar
Yürür yolları bulamaz.

Funda harçlığını verdi
Dayın seni çok severdi
Dayın yanına gelince
Hizmetini iyi gördün.

Arkadaşları çok üzüldü
Gözlerinden yaşlar süzüldü
Uzun yıllar dostlukları
Bir anda yasa büründü.

Sıra sıra geldi haber
Bizleri aldı bir keder
Hangisine biz yanalım
Üstüne geldi bu haber.

Elif Naz'ı dayın sorar
Bebek alır ona yollar
Hüseyin'im sen unutma
Annen dayım diye ağlar.

İstanbul’a geldim ağabeyim
Bomboş hayal kurdum ağabeyim
Hayallerim uçup gitti
Sensiz yalnız kaldım ağabeyim.

Yaşlılara ilaç oldun
Öksüzlere kanat gerdin
Seni dostlar anlatıyor
İnsanlara örnek oldun.

Gönlümüz seni arıyor
Kalbimiz sensiz olmuyor
Gece gündüz aklımdasın
Sensiz hayat kan ağlıyor.

Dünya durdu kuşlar uçmaz
Gelen giden halini sormaz
Seni gözlerimiz arar
Gitti giden geri gelmez.

Rüstem amcam seni sorar
Söylenmedi içi yanar
Köşektaş’a geldiğinde
Odasında onu arar.

Nalen bacım ona bakar
Hizmetini güzel yapar
Onun halini görünce
İçine sızılar akar.

Kardeşler hep bir olalım
Biz Paşamıza yanalım
Dostları onu sorarsa
Biz onun yerini alalım.

Odann bomboş bulamadım
Muradına eremedin
Çocukların seni bekler
Sesini hiç duyamadım.

Serkan uzaklardan geldi
Esen selamını saldı
Elif Naz’ım doğduğunda
Ona hediyeler aldı.

Bugün bir ay oldu ağabey
İçimizden ayrılalı
Eş dost bütün seni bekler
Sonsuzlukta kaldın ağabeyim.

Anam Paşam diye sevdi
Hastalığın ümit verdi
Canım benim, ah ağabeyim
Son sözlerin bana oldu.

Akşam oldu, güneş battı
Yüreğime acı kattı
Biz sensiz yapamıyoruz
Sonsuzluğa bizi attı.

Şen ailesi hep yıkıldı
Herkesin boynu büküldü
Gitti gelmez benim Paşam
Yaşanır mı sensiz yaşam.

Saniye'm hizmetini gördü
Nilüfer'e kanat gerdi
Amcan size hep güvendi
Sizi gördü mutlu oldu.

Amcanızı hiç üzmediniz
Yollarını gözlediniz
Üzüntüleriniz acı
İçinizde gizlediniz.

Gelin dostlar, bize gelin
Ağabeyime haber salın
Nevcihan'a doyamadı
Ona gitti öyle sanın.

Köşektaş‘ta doğdu Paşa
Komşuları boğdu yasa
Ağabeyim bir ateş gibi
Gönüllere oldu maşa.

Resimleri dizi dizi
İçimize verdi sızı
Elim tutmaz, gözüm görmez
Yalnızım ben yüzüm gülmez
Paşa'm gitti geri gelmez.

Köşektaş'a haber gitti
Çevre köyler matem tuttu
Dostlar bir bir gelip gitti
Yakışır mı böyle haber
Bacıların durmaz ağlar.
 



PAŞA MUZAFFER ŞEN‘E

 Cemil Gören

Mehmet Kaali soyundan gelir soyun
Herikli Aşireti‘ndendir boyun
Alemler bilir Köşektaş‘tır köyün
Soyunun aynasıydı MUZAFFER ŞEN!

Okuyup yazdın avukat olduydun
Aşkı insanı sevmekte bulduydun
Gönüllere sevgi olup dolduydun
Gönüller ağasıydı MUZAFFER ŞEN!

Gayrı kavuştu kızı Nevcihan‘a
Kabrini kazdırdı onun yanına
İz bıraktın dünya denen bu ‚han‘a
İnsanlığın hasıydı MUZAFFER ŞEN!

Kainata hizmetti ilk emelin
Seni kurtarır var olan amelin
Gerçekte olmuştur çoğu hayalin
Herkesin rüyasıydı MUZAFFER ŞEN.!

Böyle mi severmiş Tanrı kulunu
Kimler omuzlamadı ki salını
Kabristana yönelttiler yolunu
Dostluklar mayasıydı MUZAFFER ŞEN.!

Dur denmiyor gözlerden akan yaş‘a
Derin acılar verdin Köşektaş‘a
Adın Muzaffer Şen namın Paşa
Vicdanın ustasıydın MUZAFFER ŞEN!

Mazlumlar aşkına alemler gezdim
Kötüler adına canımdan bezdim
Cemilim iyiler namına yazdım
Ölçümün kıstasıydın MUZAFFER ŞEN!

 

Köyümün yetiştirdiği ender insanlardan avukat Muzaffer Şen‘e hitabımdır!

Cemil Gören 



 
Celalettin ÖLGÜN
Fransız yazar Jules Romains “Bir insan ölünce, eğer onun yaşantısından, sözlerinden hala konuşuluyorsa hemen ölmez. Ölümünden elli, yüz yıl sonra bile hakkında konuluyorsa, o yaşıyor, aramızdadır demektir. Yaşamında söz ve hareketleriyle iz bırakmayanlar, ölümüyle aramızdan ayrılır!”  sözü her zaman ve her yerde geçerli sanırım.

Aramızdan ayrılan Muzaffer Şen de alçak gönüllüğü, kadirşinaslığı, yardımseverliliği ile hep anılacak, anıldıkça da aramızda yaşayacağına inanıyorum.

Allah rahmet etsin. Kalan yakınlarına başsağlığı diliyorum!
 
Celalettin ÖLGÜN



Yaşam Bir İçim Su Kadar

Hüseyin Seyfi

“Bilmem, geceleri hiç otobüsle Ankara Kayseri Karayolunda seyahat etme imkanınız oldu mu? Yolculuğunuz zifiri karanlıkta olsun, ay ışığında olsun Kırşehir’den sonra tespih taneleri gibi sağa sola serpiştirilmiş köyler görürsünüz yol üstünde dizi dizi. Pırıl pırıl yanarlar. Bu köylerde vatanına yüksek bir sadakatle bağlı insanlar ve onların arasında dürüst politikacılar görürsünüz. Okumuş, aydın, ufku geniş insanlar. Ne devrimciler, ne ülkücüler yetişmiştir bu geniş düzlüklerden.”

 

Bu köylerden biri de geniş bir tepe üstüne kurulmuş, “Kayseri 80 km” yazan levhanın sağ yanından ana yola dört kilometre uzaklıkta yer alan Köşektaş köyüdür.

Köyün özelliği okumuş aydın insanının çokluğudur. Hemen hemen Türkiye’nin her yanında öğretmeni bulunur bu köyün. Köy Enstitülerine ilk öğrenciler kızlı erkekli bu köyden gitmiştir. İlk gurbetçiler Almanya’ya bu köyden çıkmıştır yola. Hukukçular, siyasetçiler, doktorlar bu köyden yetişmiştir. 

Kırk-elli yıldır, eğitimden - tahsilden kaynaklanan bir göç vardır bu köyde ve bu yüzden nüfus çok azalmıştır. Ama yaz tatillerinde dolar taşar özlemle köyüne koşanlarla. Hangi makam ve mevkide olursa olsun, her Köşektaşlı tutkuyla bağlıdır köyüne.

Ortalama insan ömrü, bilinen çoğu canlı türünden uzun. Belki de insan düşünebilen bir varlık ya da canlı olduğundan ömrünü çok kısa görüyor.

Günümüzde seksenine varmamış bir ömre artık “erken” gözü ile bakılıyor.

Zaman ne çabuk geçiyor, yıllar belli bir yaştan sonra durmak bilmiyor, sanki saat kadranı üstünde dönen bir yelkovan.

Çalışıyor, çalışıyorsunuz, “bitti artık, şimdi de dinlenme zamanı” diyorsunuz, kara bir şanssızlık yakanıza yapışıyor bazen.

Yaşama doyum olmuyor, yaşam dediğin ne? Bir yudum su.

Osman Seyfi, Mehmet Polat, Muzaffer Şen ve komşu Avuç köyünden A. Kadir Baş, dört hukukçu, elli yıldan fazla süren arkadaşlığın, dostluğun, kardeşliğin ardından, yağmurlu, ama soğuk sayılmayan bir kış gününde Köşektaş’ta buluştular. Üçünün son buluşmasıydı Muzaffer Şen’le. Buluşma bir veda idi sonsuzluğa açılan, acı bir veda. Beni çok etkileyen bu üç arkadaşın Muzaffer Şen’le vedasıydı.

Her biri tespih tanesi gibi dizili köylerden gelen kalabalık, köyüne büyük bir tutku ile bağlı Muzeffer Şen’e güle güle dedi.

Toprağın bol, mekanın cennet olsun diyoruz sevgili Muzaffer Şen Ağabey.

08. Aralık. 2011-Perşembe

Hüseyin Seyfi


 









 


Yorumlar - Yorum Yaz
Urgan

Yokluktan, yoksulluktan
canına kıyan babalara!..

Başına ne geldiyse bu altında uzanıp hülyalara daldığı eğri kavak ağacı yüzünden geldi. Yaşıtıydı, sırdaşıydı, arkadaşıydı. Ona kıyamadı! Ölümü onun dibinde karşıladı. Attı urganı budağına, aldı canını gözünü kırpmadan!..

Bahar yelinin uçsuz bucaksız bozkırda boyvermiş çiğdemleri okşayarak son karları da erittiği gün, sanki gök boşalmış gibi yağmur yağıyordu. Yalnız Atlar Ülkesini aşıp, tepenin yamacından kıvrılarak köyün tam ortasından geçen dere coştukça coşmuştu.

“Kırk yıl önce böyle bir sel geldiydi” dedi, dişsiz ağzında cümleleri yuvarlayan Kelik Derviş. Önlerinde boz bulanık akan seli tepenin yamacındaki çeşmenin başından seyreden bir grup köylünün arasındaydı. Selin gürleyişi, sanki yeryüzünü dövmek, hıncını almak ister gibi hışımla yağan yağmurun sesini bile duyulmaz etmişti ki Kelik Dervişin sözlerini de sanırım benim dışımda duyan olmadı.

Başlarına geçirdikleri ceketler, naylon poşetler, şemsiyelerle yağmurdan korunmaya çalışan köylülerin içindeydim ben de. Sele baktıkça başım dönüyor, başım döndükçe bakmak istiyordum. Sarıdan, mora, kırmızıdan toprak rengine bürünen suların kocaman bir ağaç gövdesini, ölü bir tilki leşini, her türlü ağaçtan binlerce yaprak ve dalı önünde sürükleyişini izlemeye doyamıyordum.

Az ötemizde yüzünü iki elinin arasına alıp görüntüye dalmış gitmiş ozanı neden sonra fark ettim. Sudan çıkmış sıçan gibi ıslanmıştı ama o bunun farkında bile değildi. Anladım ki yine başka bir alemdeydi. Asıl adını kendisi bile unutmuştu. Yıllardır ‘Ozan’dı o bizim köylü için. Yanına gidip çömeldim, şemsiyemi başının üzerinde tutarak yağmuru kestim; “Hayırdır Ozan, daldın gittin sellere” dedim. Uykuda uyanır gibi yüzüme baktı. Saçlarından yağmur suları süzülüyor, bıyıklarının, kirpiklerinin ucundan damla damla akıyordu.

Gülümsedi, bakışlarını yere indirdi. Yağmurun, selin sesine karışan bir mısra döküldü dudaklarından;

“Taşkın sular gibi akıp çağlarım
Didarı görüben gönül eğlerim
Dünyaya geleli her dem ağlarım
Çeşmim karışmadık seller mi kaldı”

Daha dün, çok uzakta, Kırşehir’den de ötede şimşeklerin parıltısının yanıp söndüğü bir gece vakti, yağmurdan önce gelen serinliğiyle ürperdiğimiz eski bağlardaki bir pağın kerpiç duvarına yaslanıp demlenirken de Karacaoğlan’ın bu türküsünü söylemişti, Elimi omzuna koyup, gözlerine baktım. Bir kez daha gördüğüm bakışlar yüreğimi dağladı. Öylesine acı dolu, öylesine dünyadan geçmiş, herşeye boşvermiş bir bakıştı ki!

Gözlerimi kaçırıp kalktım yanından. O da kalktı. Ben, yağmurun oluşturduğu, sele kavuşmak için olanca aceleciliğiyle akan ince dereciklere basmamaya çalışarak toprak yoldan sağa kıvrılırken, o sularına batıp çıktığı yağmura aldırmadan elmalık tarafına yürüdü, gitti. Bu onu son görüşüm oldu.

Selden iki gün sonra o incecik bedenini mezarına koyarken hep bu türkü döndü dolandı içimde. Ondan duyduğum son türküde kendi ölümünü anlattığını nereden bilirdim ki!

Herkes bir şey söyledi, her kafadan ayrı bir öykü çıktı, söylentiler aldı başını gitti günlerce köyde. Kimse, ozanın neden sahip olduğu tek toprak parçasında, eğri bir kavak dalına urgan atıp canına kıydığının gerçek nedenini anlamadı.

Bağı bahçesi, bostanı hep ortakçılıktı, doğuştan garibandı. Çalışır didinir, ürünün yarısını mal sahibine, emmisi, dayısı, bibisi olan akrabalarına verirdi. Hiç şikayetlendiğini duymadım ben bundan. “Aç açıkta değiliz. Tarla bizim olsa ne olur olmasa ne?” der güler geçerdi. O  zamanlar gençti daha, dünya toz pembeydi gözünde, gönlünde. Kısacık sürdü bu “yoksuluz ama keyfimiz paşada yok” günleri...

Eşini ikinci oğlunu doğururken kaybettikten sonra hiç kendinde gezmedi. Bir gün bile onu gözlerinde mutluluk ışığı ile yakalamadım o günden bu yana. Kendinden, köyden, köylüden, her şeyden uzak bir zamana takılıp kaldı yıllar yılı. Konuşması, yemek yemesi, yürümesi hep bir esriklik içindeydi. Sadece düğün dernek gezip türkü söylediği ya da şarap testisinin başına çömelip bardaklarca içtiği günlerde yüzü birazcık da olsun rahatlardı. Son gününe kadar da bu böyle oldu.

Ölümünün üzerinden on beş gün geçtikten sonra büyük oğlunu ortakçılık yaptıkları tarlada çalışırken gördüm. Acının da bir miadı vardı. Giden gitmiş yaşamak ağrısı hala kalanların omuzlarındaydı.

Daha 15-16 yaşlarında, bıyıkları terlememiş fidan gibi bir gençti. Yanına gittim, biraz laflamak daha çok da ona yardımcı olmak istedim. Domates fidesi dikiyordu toprağa. Küçük küçük çukurlar açıp çamurlu toprağın bağrını araladım, fideleri dikmesi için.

Çalışırken bir yandan da köyün öbür ucundaki mezarlıkta toprağın bağrında uyuyan babasını anlatıyordu. Ozanla aramızdaki muhabbeti iyi bilecek kadar yaş almıştı o da; “Babamın bu dünyada tek huzur bulduğu yer o kavaklıktı emmi” dedi. Akrabalık yoktu Ozanla aramızda ama çocukları emmi bellemişti beni.  Sesi çocukluğunun artık ebediyen bittiğini bilenlerin olgunluğundaydı.

İkimizde oturduk toprağın üzerine. O anlatmaya devam etti; “Annemle gençliklerinde eğri dalın altında buluşurlarmış hep. O yüzden yıllarca tüm kavak tüccarlarına hayır dedi, satmadı kimseye. Kardeşimin, spor ayakkabısı olmadığı için beden eğitimine giremediğini öğrendiğinde çok üzüldü. Bir hafta içinde sadece eğri dalı ayırarak bütün kavakları sattı. Tüccar da vazgeçmesinden korkmuş olacak ki hemencik eğri kavak dışındaki tüm ağaçları kesti.  Babam, o gün bıçkı seslerini duymamak için köyden çıktı, ilçeye gitti. Akşam karanlık çökerken geldiğinde elinde iki çift spor ayakkabısı, giysiler, tadını çoktan unuttuğumuz yiyecekler vardı. Çok güzeldi yemek o akşam. Annem öldüğünden bu yana evde eline almadığı bağlamanın başına geçip türküler yaktı. Annemin en sevdiği “Tatlı dillim, güler yüzlüm ey ceylan gözlüm / Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen” türküsünü defalarca, gözlerinden yaşlar boşanarak söyledi. Şaşırmış, ama babam sanki yaşama yeniden dönmüş gibi de sevinmiştim. Bu onun son gecesiymiş!”

Hiç bir şey söylemedim. Hayatının baharındaki delikanlının babasına veda sözlerini dinledim;

“şimdi anlıyorum ki, kavak ağaçlarının kesildiği gün babam da dünyayla bağını kesti. Annemle ilk buluştukları eğri kavağı işte bu yüzden satmadı, boynuna ipi orada geçireceğini biliyordu”

Göğsümü tıkayan kederi bastırıp yanından ayrılırken ozandan son dinlediğim türküyü mırıldanıyordum;

“Alları çıkarıp karalar geyip
Sen varıp ellerin sözüne uyup
Bir gün ben kendime kıyarım deyip
Urgan atmadığım dallar mı kaldı”

Özer AKDEMİR
EVRENSEL