Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam105
Toplam Ziyaret711444
Kitap Tanıtım Köşesi



Ma.Zi-1945
Çağdaş Çelebi


II. Dünya Savaşı sürerken 1943 senesinde Nazilerin, biri Ksiaz Kalesi’nin altında ve diğerleri Baykuş Dağları’nda olmak üzere Aşağı Silezya’da inşa
etmeye başladıkları kilometrelerce karelik büyüklüğündeki yedi devasa yeraltı kompleksi ve tünelleri, günümüzde hâlâ gizemini korumaktadır. Toplama kamplarından getirilen esirlere yaptırılan projeye, büyüklüğünün yanı sıra, gizliliğinden dolayı kod adıyla bahsedilmesi gerektiğinden, Almancada “dev” anlamına gelen Der Riese ismi verilmiştir. Ne amaçlı yapıldıkları tam olarak bilinmese de tesisin, silah üretimi için tasarlandığı veya karargâh olarak
planlandığı tahmin edilmektedir.

Özellikle ilk ihtimalin üzerinde duran uzmanlar, yeraltı tünellerinde nükleer silahların, V1 ve V2 roketlerinin, yerçekimi karşıtı çeşitli deneylerin yapıldığını ve hatta “çana” benzediği için Die Glocke adı verilen bir makinenin test edildiği tezleri üzerinde durmaktadırlar. Ma.Zi-1945 romanı, dönem
Almanya’sında yaşananları, bu esrarengiz projeye katılan bir makine mühendisi olan Matthias ve onun yakın dostu Thomas aracılığıyla tanıştığı iki Yahudi kız
kardeşin başlarına gelenler çerçevesinde ele almaktadır.

Ma.Zi-1945 l Çağdaş Çelebi l ISBN: 9786253911133

Bilgi: Kitabın yazarı Çağdaş Çelebi, Şair Dr. Salim Çelebi'nin kızıdır.

kosektas.net, Köşektaş Köyü Bilgisynım Sayfası

KUTSAL VE EN YÜCE HAK

Dr. Şair Salim Çelebi


Köşektaşlı Dr. Şair Salim Çelebi'nin, "Kutsal ve En Yüce Hak" adlı bu şiiri, 1 Eylül 2010 tarihinde Mersin Yenice Belediyesince düzenlenen, 7. Barış ve Kültür Festivali kapsamında yapılan 5. ulusal şiir yarışmasında, "Jüri Özel Kitap Ödülü"ne layık görüldü. Şairimizi yürekten tebrik ediyor, başarılarının davamını bekliyoruz.
kosektas.net

Niye?
Niye ikide bir kabaran bu öfke?
Dil, din, ırk diye ayrılış niye
sizdendir, bizdendir; “fark” diye kayrılış niye?
Niye bu baskı
niye bu kin;
seni var eden
değil mi senin ötekin?
Ne sen seçtin özelliklerini doğarken
ne o ne de ben,
hayatın güzelliklerini bir kaşık suda boğarken
yıldız gibi kayıyor yaşam.
Savaş pusuda
silahlar piyasada
zulüm ve açlık yine yaşanan.

İnsan.
Zamanın törpülediği evrimin efendisi
uyan,
uyan ve gör gayri
ok ve yayla başlattığın
bombayla sürdürdüğün serüveni;
sömürün için asırlarca kullandın   
milliyeti ve dini
savaş sanatlarınla dolu
tarih filminin sahneleri...

İnsanım:
Barışa hasret
sevince sevdalı bir yanım
bir yanım
yarım.
Tepeden bakma
yuvarlak bir yüzden bakan
fırlak iki göz gibi,
kara saplı bir bıçak saplanır bağrıma:
Yarası krater
acısı ölümden de beter
yakıcı bir köz gibi.

İnsanız.
Çoluk çocuk, kadın, erkek;
kemik, et ve kanız:
Aynı çığlığı atarız doğuşta
doğaya “merhaba” derken;
aynı hüznü yaşarız yok oluşta
dünyaya veda ederken;
aynı heyecanı duyarız aşkta
başta kavak yelleri eserken.
Aynıdır akan kanımızın rengi;
uyan uykudan
ve gör artık şamar gibi yüzümüze çarpan
evrendeki ahengi.
Birlik olalım dirlik için
selam duralım kardeşçe yaşama
ve “dur” diye haykıralım
akacak kanla
alın terimizi çalmaya çalışana.

Ey yaşam, ey birlikte yaşam
doğadaki kutsal ve en yüce hak;
gün gelecek,
barış umutlarımız
suya kavuşan
buğday başakları gibi fışkıracak.




1 Yorum - Yorum Yaz
Köy Enstitüleri


Köylünün yaşantısının, görünmez güçlere, efsanelere, mucizelere, mezheplere, tarikatlara, cemaatlara, kadere, uğura, muskaya ve hurafelere dayalı, akıl ve bilimsellikten uzak, körinançlar bütünü halindeki safsatalardan
arındırılmasını Köy Enstitüleri kuruluşları sağlayacaktı.



Köy Enstitüleri hareketi; Atatürk’ün ortaya koyduğu akıl ve bilimin öncülüğündeki, bilimsel dünya görüşü doğrultusunda, bilimsel ve sanatsal değerlere dayalı, Hasan Ali Yücel’in bakanlığı döneminde, İsmail Hakkı Tonguç’un yaratısı, özel bir pedagojik öğretim metodu içeren, Türk köylüsü ve toplumuna özgü, Rönesans ve aydınlanma hareketiydi.

Türk köylüsü, asırlarca ihmal edilmiş ve ona en ufak hizmet bile sunulmamıştır. Aslında Türk köylüsü zeki ve yaratıcı bir özelliğe sahiptir. Ancak, ne yazık ki, Türk köylüsünün bu özelliği, Osmanlı döneminde, değerlendirilememiştir.
Osmanlı İmparatorluğu, Türk köylüsünün alın teri ve emeği ile elde edilen ekonomik güç sayesinde, 620 yıl varlığını sürdürebilmiştir. Türk köylüsü aç kalmış, yoksul kalmış, ancak varlığını Osmanlı İmparatoprluğuna adamaktan geri kalmamıştır.

Osmanlılar, Türk köylüsüne hizmet götürecekleri yerde, Arap – İslam ideolojisinin, kültür ve uygarlığının etki alanını daha da genişletmeye çalışmıştır.
Köylülerimiz, hiyerarşik yaratılış ilahi düzenine ve kadere bağımlı olarak yaşamaya alıştırılmıştır. Bu yüzden köylülerimiz, altı yüz yılı aşkın bir zamandan beri, hiçbir şeyin, hiçbir güzelliğin farkına varamadan, kader ve öbür dünya mutluluğuna bağlı olarak yaşamışlardır. Hatta umut nedir, onu bile yaşayamayanlar, bu dünyanın boşluğunda bir hayal gibi yok olup gitmişlerdir. Köylülerimiz, asırlardır; sabır, şükür ve umutla yaşamaya alıştırılmış olup, aldatmaca bir mutluluk uygulamasıyla avutulagelmişlerdir.

Asırlardır köylülerimiz, vergi almaya, düşmana karşı savaş alanında kaynak olarak kullanılmaya yönelik canlı bir araçtı. Mutlu olmak şöyle dursun, insanca yaşamaktan uzak, köle gibi kullanılmak ve öyle yaşamak, köylülerimizin ve halkımızın değişmeyan kaderiydi. Dinsel yorumcu ve kadercilere göre, sanki Allah, onlara, ölünceye dek, hep köle gibi bir yaşam biçimi çizmişti.  Zavallı köylülerimize ve halkımıza bu anlayış ve yanlışlar Allah buyruğu olarak gösteriliyordu. Bu buyruk köylülerimize özel olarak Allah tarafından gönderilmiş bir “ilm-i ilahi” olarak kabul ettirilmiş ve köylüler, ölüm ötesi –öbür dünya- ahiret yaşamının mutluluğu ile aldatılagelmişlerdir.
Köy Enstitülerinin öncelikli amacı, köy insanını hiçbir kuvvet, yalnız kendi hesabına insafsızca istismar etmesin, köylülere köle ve uşak muamelesi yapamasın diye, köylüye kendi öz haklarına sahip çıkabilecek, demokratik haklarını elde edebilecek bilincin kazandırılmasını sağlamaktı.
Tarım alanında dünya standartlarını yakalayacak yaratıcı, üretici ve girişimci etkinlikleri yapacak köy insanının yaratılması sağlanacaktı. Bu nedenle, kendi öz haklarına sahip çıkmasına yönelik feodal sömürüye, yani toprak ağalığına karşı bilinçlendirilmesi zorunlu hale gelmişti. Bu bilinç ancak Köy Enstitüleri hareketiyle sağlanabilirdi. Bu nedenle eğitimin, Atatürkçü, akıl ve bilim doğrultusundaki bilimsel dünya görüşünün güdümüne alınması sağlanacaktı.
Köylünün yaşantısının, görünmez güçlere, efsanelere, mucizelere, mezheplere, tarikatlara, cemaatlara, kadere, uğura, muskaya ve hurafelere dayalı akıl ve bilimsellikten uzak körinançlar bütünü halindeki safsatalardan arındırılmasını Köy Enstitüleri kuruluşları sağlayacaktı.

Köy Enstitüleri yüksek bölümüyle, yirmi bin öğretmeniyle, yetiştirdiği yazar, şair ve sanatçıları ile Türkiye’nin geleceği çok parlak gözüküyordu. Bu etkinlikle, tüm Türkiye’nin eğitimi – öğretimi Köy Enstitüleri eğitim metoduna dönüştürülecekti.
Köy Enstitüleri’nin amaçlarından en önemlilerinden biri de, Türk köylüsünü ve halkını; Arap halkının inanç ve geleneklerine bağlı, Ortaçağ Arap İslam Uygarlığı’nın oluşturduğu, Kuran düzenlemesi ile, Eş’ari’nin akıl ve bilim düşmanlığı denilen körinanca yönelik, sözde, Allah tarafından (ilm-i ilahi) gönderildiği söylenen Arap ulusçuluğunun yaratmış olduğu kültür ve uygarlığına bağlı olarak yaşamaktan kurtarmaktı. Böylece, Köy Enstitüleri eğitim kuruluşları ile, kendi öz ulusal kültürümüzü oluşturarak, akıl ve bilimin öncülüğünde, kendi uygarlığımızı yaratmaya yönelik amacın yaşama geçirilmesi sağlanacaktı.

Batı tarihinde Fransa’da uygulandığı gibi, ne acıdır ki, Türk köylüsü ve halkına da uygulanmış olarak değerlendirilen Obskürantizm ve Obstrüksiyon olayı, yani köylünün ve halkın toplumsal gelişmesini engelleme yolu ile devleti daha rahat yönetme düşüncesi, Osmanlı döneminde de yaşanmıştır.
Köy Enstitüleri hareketi ile, köylünün ve halkın üzerinde yaşatılan Obskürantizm ve Obstrüksiyon uygulamasına son veriliyordu.

1950 DP (Demokratik Parti) döneminde de, aynı anlayış uygulanmaya konmuştur. Çünkü Köy Enstitüleri‘ni kapatmak, Obskürantizm ve Obstrüksiyon olayının ta kendisidir. Bu uygulama ile köylünün bilinçlenmesi önlenmek isteniyordu.

Köy Enstitüleri’nin etkinliği ile uyanan köylüler, kendi öz haklarına sahip çıkmaya, toprak ağaları ve köylüyü sömürmeye alışmış egemen sınıf ve devlet yöneticilerinin rahatı ve mutluluğu bozulmaya başlayınca, mutlu ve egemen kesim, Köy Enstitüleri’ne karşı cephe oluşturmuşlardır.

Köy Enstitüleri’ni kapatmak için çeşitli iftira ve entrikalar oluşturulmuştur. DP’li bir milletvekilinin Konya ilinin Durlas köyü halkına yaptığı konuşma şu şekildedir:

“Köy Enstitüleri’nde kız ve erkek öğrenciler birlikte eğitim görüyorlar. Bu nedenle, kız erkek birlikteliğinden dolayı, fuhuş olayı yaşanmaya başlanmıştır. Biz, DP iktidarı olarak, Köy Enstitüleri’nde okuyan kızlarınızı erkeklerden ayırdık. Onları Kızılçullu Köy Enstitüsü’nde topladık. Böylece kızlarınızın namusunu kurtardık.”

DP iktidarı, Köy Enstitüleri’nin kapatılışıyla birlikte; 1932 yılından itibaren Türkçe okunmaya başlayan ezanın yeniden Arapça okunmasını sağlayarak, Arap kültür ve uygarlığına yeniden dönüşün yolunu açmış, böylece Türk köylüsü ve halkının uyanışı önlenmeye çalışmış ve bunda da başarılı olmuştur.

Musa Kâzım Yalım,

1950 - 1951 Hasanoğlan Köy Enstitüsü Mezunu.

05. Ocak 2011