Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi2
Bugün Toplam265
Toplam Ziyaret745773
Köşektaş Hikayeleri
 
 
Boynu Kravatlı
Celalettin Ölgün

Kimi öyküler çok sık okunduğunda ya da dinlendiğinde,
insanda bir bıkkınlık yaratır; kimi öyküler ise
şiddetli etkiler, derin izler bırakır!
kosektas.net

Kimi yerde “aptal” deseler de, kendileri biz aptal değil, “abdalız!” derler. Aslında kendi tanımları doğrudur. Çalgıcılık yaparak geçimlerini sağlarlar, kalender insanlardır. Çalgıdan geldikleri günü dolu dolu yaşarlar, eğlenirler, diğer günler ise yarı aç yarı tokturlar. Kendi aralarında ara sıra kavga etseler de, başkalarına zararları olmaz. Her kentte, onların toplu yaşadıkları mahalleler, semtler vardır.

1950’li yıllara değin kayıtsız, yurtsuz yaşarlarken, devlet, Hacıbektaş abdallarını asimile yoluyla eritmeyi düşünmüş olmalı ki, her köye üç aile yerleştirilmesini zorunlu kılmış. Anlatılanlara göre: Son yıllara değin zurnacı Külebi usta, düğünlerde davul oynatan Ferzi usta, Hallik usta, Köşektaş nüfusuna kayıtlılarmış. Sonradan hepsi de Hacıbektaş’a ya da Kırşehir’e yerleşmişler.

Hangi köyün nüfusuna kayıtlı olduğu bilinmeyen zurnacı Kemal usta da Köşektaşlı sayılır. Köyde olsun, dışarıda yaşasın, tüm Köşektaşlıları bilir. Köyün tamamına yakınının düğünlerinde o ve ekibi çalgıcılık yapmış, çocukların tümünü o sünnet yapmıştır. Sağlamcıdır; yeni doğan erkek çocuklar, nüfus kayıtları yaptırıldıktan sonra, onun defterine de kaydedilir. Zaman, zaman oğlan babasına: “Ne oldu, güççük ağa büyüyor mu?” diye, sünneti anımsatır.

Kız bitirme, nişan gibi merasimlerden haberi olur, oğlan tarafını her görüşünde, düğün zamanını sorar. Kısaca işinin takipçisidir. Kemal usta, doğruluğunun, cana yakınlığının yanında, aydın bir insandır. Çocuklarına sadece kendi işini yaptırmamış, hepsini okutmuştur da. Oğullarından öğretmen, banka memuru olanlar vardır.


 Fotograf: Suavi Cesur

Kemal ustanın öğretmen oğlu lisede okurken, kendi gibi şakacı olan anası, oğluna her gün takılıyormuş; “Şuna bak, şuna, okula gidiyor! Yarın, Neşet gibi saz çalan adam olacak değil ya, boynu gravatlı eşşek olur!" “Şuna bak, şuna, boz davulu duvara asıp da, utanmadan okula gidiyor.” Kadın, öbür oğlanı da zaman zaman sıkıştırırmış: "Şu sazı iyi öğren, çal, Neşet gibi adam ol! Öğrenmezsen, seni okula gönderir, okutur, öğretmen yapar, köy, köy süründürürüm!"

Diğer kimi yargıları yanlış olsa da, doğruluk payı olan yargıları da var.

Bilgi: İlk kez 21 Mart 2005 tarihinde yayınlanmış bir öyküdür.

Kemal Usta: Kemal Süle, 1934 yılı, Adana/Kozan, Hacımirza köyü doğumludur. 1936 yılında babasıyla birlikte Sivas'ın Şarkışla ilçesi, Alakilise köyüne, oradan da, 1953 yılında, Hacıbektaş'a göç etmiştir. (Bilgi: Suavi Cesur).

Kız Bitirme: Söz kesme.

Hasretin Hası

TATİL VE GEZİ ANILARI

Yaşlanan Sözcükler - Hasretin Hası




Şair Dr. Salim Çelebi


27. Ağustos 2012

Yaz bitti, tatil de bitti tabi. Tatilin yazın yapılabilirliği, genel kabul gören bir olgu. Gezme ve görme özgürlüğünün, daha az kısıtlanıyor olmasından dolayı olsa gerek. Hasretler giderildi, anılar canlandırıldı, moral depolandı; yeni yıla motivasyon amacıyla.

Tatile gidenler, gidemeyenlere anlatacak yaptıklarını, gördüklerini. Değişimlerden bahsedilecek; bir önceki yılla kıyaslandığında, görülen farklılıklardan.

Değişimler sadece fiziki yapıda olmuyor; zaman içinde, bedensel ve zihinsel olarak da farklılaşıyoruz: Kelleşiyoruz, göz kusurlarımız oluşuyor, boylarımız kısalıyor… Gelişen teknoloji, daha haberli, daha hünerli, daha bilgili olmamızı zorunlu kılıyor. Anne ve babalarımızdan daha farklı düşünüyoruz ki çocuklarımız da doğal olarak bizden farklı düşünecekler: Bizim oyuncaklarımız; balon, aşşık ve evimizin kedisiydi; çocuklarımızın oyuncakları ise, bilgisayar ve cep telefonları.

Yıllık iznimi geçirdiğim Dikilide bir çay bahçesinde otururken, çevrede gezinmekte olan bir kediyi gören 5-6 yaşlarındaki bir çocuğun, çığlıklar atarak sandalyenin üzerine çıkması, ürküttü beni. “Çevreden ve doğal yaşamdan kopuk, teknoloji bağımlı bir nesil mi yetiştiriyoruz?” sorusunu defalarca sordum kendime…

Anımsadığım kadarıyla, 1960 yılında köyümüzün nüfusu 1063 idi ve köyümüzdeki temel üretim araçları; orak, çekiç, tırpan ve çok az da olsa traktör idi. Kimimiz okuyabilmek, kimimiz de çalışmak amacıyla savrulduk dört bir tarafa. Önce üretim araçlarımız ve bunun sonucunda da üretim ilişkilerimiz değişti. Bu değişim dilimize de yansıdı tabi. Yeni kelimeler öğrendik, köyümüzde öğrendiğimiz birçok kelimeyi de kullanmaya, kullanmaya unuttuk.

Biz 60 yaşına gelenler, bundan 50-55 yıl önce, Acer, kırmızı, töngü, çedik, delice, gilik,  külbe, soku, geçgere, haft, sitil, kındap,  horanta,  seten, kirmen, çörten, hedik, çalık, kösa (kössa), anadut, dirgen, yarpız, keleş, harım, keven, bıldır,  kerme,  hatıl, karık, tumutma, heyket, sızgıt, çömçe, harnıp, çinik, köşger, urupla, keli, meses, bağırtlak,  imbal, sokum, çeten, tatlık, kaşağı, örk, kömbe, kile, evlek, firik…” sözcüklerini konuşma dilinde kullanırdık. Türk Dil Kurumunun Büyük Türkçe Sözlüğünde, tek tek anlamları olan yukarıdaki sözcükleri, artık ne yazık ki kullanmıyoruz. Çocuklarımız ise bu sözcüklerin bulunduğunun farkında bile değiller.

Kendimiz gibi bazı sözcükleri de yaşlandırdık. Farklı bir bakış açısıyla hayatın amacı yaşlanmak değil mi?

Yaz tatilini köyümüzde geçirenler, yukarıdaki sözcüklerden bazılarını duyabilmenin mutluluğunu mutlaka yaşamışlardır. Bu olgu, geçmişi özlemden, nostaljiden, farklı bir içselleştirme.

Dildeki bu değişim bile, tek başına evrimin en büyük kanıtı. Yukarıdaki kelimelerle yapılan bir sohbeti özleme ise, hasretlerin en hası.


Yorumlar - Yorum Yaz
Saya Oyunu

KÖŞEKTAŞ’TA DÖRT MEVSİM 
VI- Saya Donatma
Şair Dr. Salim Çelebi


Çok uzun bir zamandan beri yazıya yansıttığı anı ve hatıralarıyla, periyodik olarak gerçekleştirdiğimiz güncellemelerimize renk, içerik ve farklılık katan, Köşektaş ve yöresine yönelik bilgi hazinesini zenginleştiren şairimiz Dr. Salim Çelebi'ye, bu uğurda sarfettiği emeği ve çabası için çok teşekkür ederiz!

kosektas.net

Amerikan Bezinden dikilme iç köyneklerimiz vardı. (Fanila. Ayrıca, kazağa da fanille denirdi ya.)

Bitlenirdik, özellikle de kışın. Kafamızda ve iç köyneklerimizin dikiş yerlerinde bulunan bitleri, analarımız; iki başparmaklarının tırnakları arasında çıtır çıtır ezerek öldürürlerdi!

Bitler çok fazla ise, giysilerimiz şöyle bir ateşe tutulurdu. Yanan bitlerin cızırtısını kulaklarımızla duyardık!

Kartopu oynardık arkadaşlarımızla ve kayardık da eğimli yerlerden.

Ayağımızda lastik ayakkabılar vardı ve iskarpin çok az çocuğun ayağında bulunurdu. Babalarımız çorapların üzerine mes giyerlerdi.

Çatal şeklindeki lastik sapanlarla, basmada eşelenen serçeleri vurmaya çalışırdık!

Yerelması ve daha uzun süre bozulmadan korunabilmesi için toprak altına gömülen pürçüklü (Havuç) ve turp iştah açardı kış günleri.

Köyümüz üzümlerinden yapılan pekmez, verdiği enerjiyle karlı günlerin, vazgeçilmez besiniydi.

Akşamları, kermeyle yakılan sobanın gövdesine ve borularına; dilimlenmiş gumpür (patates) parçalarını yapıştırarak pişirirdik.

Saya donatılırdı şubat ayında: Köyün delikanlıları bir araya gelir, içlerinden altı - yedi kişiyi seçip farklı kılıklara büründürerek ev ev dolaşırlardı. Farklı isimleri vardı rol alan kişilerin: “Arap”tı birinin adı ve yüzü tava’nın isiyle kapkara boyanmış bir durumda olurdu. “Köse”ydi bir diğerinin adı: Üzerinde hayvan postundan yapılma bir giysi bulunurdu.

Anımsayamıyorum diğerlerinin isimlerini!

Saya donatanlar; bulgur, tere yağ ve ekmek toplarlar ve köyün tüm gençleri kendi aralarında pilav pişirerek yerlerdi.

Sayanın kökeni ve içerdiği anlam konusunda birçok sav ileri sürülmekte...
Köyümüz ve çevresinde; saç ve sakalı çıkmayan erkeklere “köse” denilmektedir. Ve yine saya donatanlar, sütten elde edilen tereyağ toplamaktadırlar. Bu nedenle ben, koyun karnında yünlenmekte olan kuzuların, bolluk ve bereketi için yapılan seramoni olarak değerlendiriyorum sayayı.

Dört - beş yaşlarındaydım. Yusuf amcam ve Hasan amcamın da ortak olduğu Massey Harrıs marka bir traktörümüz vardı. Köyümüzdeki tarlalar bittikten sonra, çalışmak için Çöl taraflarına giderlerdi. (Sadık köyünden daha öte tarafta bulunan tarlalara “çöl” denirdi.)

Köyümüzden çoğunun oralarda da (çölde) tarlaları vardı. (Komşu köylerin ta ötesinde Köşektaş’ın tarlalarının olması beni hep “aceba niye?” diye düşündürmüştür. Sanıyorum köyümüzün kökeni için iyi bir araştırma konusudur da.)

Kar ve kışın bastırmasıyla babamlar köye dönmüş, fakat traktör kar ve çamurdan dolayı tüm uğraşlara rağmen bir türlü çıkarılamıyordu köye.
Traktör, köyümüzün altındaki değirmene yakın bir yerde kalmıştı.

Kız kardeşim daha yeni doğmuştu, gidip müjdelememi söylediler. Dam boyu kar kaplı olduğu için her taraf, çığır açmışlardı. O çocuk halimle düştüm yola. Babamlar Salih Amcanın dükkanında oturuyorlardı.

Dükkanlar, sadece alışveriş yapılan yerler değildi o zamanlar; aynı zamanda oturulup sohbet edilen yerlerdi de.

Müjdeyi verdim ve karşılığını da aldım babamdan tabi: 15 kuruş. Biri on kuruş, diğeri beş kuruş olmak üzere iki madenî para.

Elimde paralarla oynarken ikisini de düşürdüm! Elimden yere düştü ve yuvarlanarak gitti paralar.

Utancımdan söyleyemedim hiç kimseye!

Bunca yıl geçmiştir aradan, fakat benim için en büyük para; kaybettiğim o 15 kuruş olmuştur hep!

Köşektaş'ta Dört Mevsim l VI - Saya Donatma l Şair Dr. Salim Çelebi