Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam74
Toplam Ziyaret711530
Kitap Tanıtım Köşesi

Ma.Zi-1945
Çağdaş Çelebi

Köyümüz bilgisunum sayfası kosektas.net, Ma.Zi-1945 adındaki bu kitabı, ilgi duyan on ziyaretçimize ücretsiz ulaştıracaktır!
Kitap talebi için tıkla
kosektas.net


II. Dünya Savaşı sürerken 1943 senesinde Nazilerin, biri Ksiaz Kalesi’nin altında ve diğerleri Baykuş Dağları’nda olmak üzere Aşağı Silezya’da inşa
etmeye başladıkları kilometrelerce karelik büyüklüğündeki yedi devasa yeraltı kompleksi ve tünelleri, günümüzde hâlâ gizemini korumaktadır. Toplama kamplarından getirilen esirlere yaptırılan projeye, büyüklüğünün yanı sıra, gizliliğinden dolayı kod adıyla bahsedilmesi gerektiğinden, Almancada “dev” anlamına gelen Der Riese ismi verilmiştir. Ne amaçlı yapıldıkları tam olarak bilinmese de tesisin, silah üretimi için tasarlandığı veya karargâh olarak planlandığı tahmin edilmektedir.

Özellikle ilk ihtimalin üzerinde duran uzmanlar, yeraltı tünellerinde nükleer silahların, V1 ve V2 roketlerinin, yerçekimi karşıtı çeşitli deneylerin yapıldığını ve hatta “çana” benzediği için Die Glocke adı verilen bir makinenin test edildiği tezleri üzerinde durmaktadırlar. Ma.Zi-1945 romanı, dönem Almanya’sında yaşananları, bu esrarengiz projeye katılan bir makine mühendisi olan Matthias ve onun yakın dostu Thomas aracılığıyla tanıştığı iki Yahudi kız kardeşin başlarına gelenler çerçevesinde ele almaktadır.

Ma.Zi-1945 l Çağdaş Çelebi l ISBN: 9786253911133

Bilgi: Kitabın yazarı Çağdaş Çelebi, Şair Dr. Salim Çelebi'nin kızıdır.

kosektas.net, Köşektaş Köyü Bilgisunum Sayfası

SİLAH TUTAN ELLERDEN DÖKÜLEN İNCİLER




Nedim Uçar


Kimdir Nedim UÇAR? Nasıl yazmalı? Nasıl söylemeli? Nereden başlamalı? Yüce yaratıcı bazı insanları özel bir yetenekle donatarak, yalnızca o iş için yaratırmış. Nedim UÇAR’ı da şair olarak yaratmış ve o, anasından şair olarak doğmuş, 1945 yılının 1 Şubatında Nevşehir İli’nin Hacıbektaş ilçesi, Köşektaş köyünde.

Ankara Polis Koleji ve Polis Akademisinden mezun olduktan sonra 1967 yılında Komiser yardımcısı rütbesiyle göreve başladı. Emniyet Teşkilatının çeşitli kadrolarında görev yapan Uçar, 80 li yıllarda ki Amasya İl Emniyet Müdürlüğü görevinden sonra, 1994-2005 yılları arasında I. Sınıf Emniyet Müdürü olarak polis Başmüfettişliği görevini sürdürdü ve 2005 yılında yaş haddinden emekli oldu. Evli ve üç çocuk iki torun sahibi olan şairimiz, halen Eskişehir’de yaşamını sürdürüyor.
 
Nedim UÇAR’ın özel ve polisiye yaşamı hakkındaki bilgileri oldukça kısa vermeye çalıştık. Çünkü sözlerimizin başında da belirttiğimiz gibi o, şair olarak doğmuş ve sanat yaşamında emsali görülmemiş bir zirve yapmıştır.


Bundan dolayı onunla yapacağımız söyleşide sanat yaşamına ağırlık vermeyi düşünüyoruz, dünya şairi, yazar, emekli emniyet müdürü Dr. Nedim UÇAR’ın.

Soru: Prof. Dr. Münir ŞAKRAK bir araştırma yazısında; sizin için “dünyada eşine rastlanmamış bir başarı gösterdiğinizi ve kendi işi dışında sizin kadar yükselen başka bir ilim adamına rastlamadığını yazıyor. Ayrıca “Dünya Şairi “ ünvanına sahipsiniz. Sanat yaşamınızla ilgili yapacağımız söyleşimizin başında bu konuları biraz açar mısınız.

Nedim Uçar: Şiir yazmak, resim yapmak tiyatro, sinema kısaca Edebiyatın ve Güzel Sanatların bütün dalları Yüce Mevla’nın kullarına bahşettiği, büyük bir lütuf ve nimettir. Benim şiirle ilgim oldukça küçük yaşlarda, hatta okul öncesinde başlar. Allah’ın verdiği bu yeteneği farkedince onu geliştirmek azim ve gayreti de bize düşüyor. Sadece sayın Prof. Şakrak değil, gerek akademik gerekse sanat camiasından yetmiş civarındaki üstadın güzel sözlerine mazhar olmak sanat yaşamında ilhamımın yükselmesine önemli katkısı olmuştur.

Dünya şairi ünvanına gelince de ben halen Dünya Sanat ve Kültür Akademisi üyesi ve Dünya Şairler Konseyi Yönetim Kurulu üyesiyim. Bu yönetime Melih Cevdet ANDAY’dan sonra giren tek Türk olmam beni son derece gururlandırmıştır.

Soru: Size göre insan hayatı nedir? Ya da nasıl olmalıdır? Başka bir ifade ile bir şair hayata nasıl bakar ve hayattan nasıl ilham alır.
 
Nedim Uçar: Yaşanılan her şeyden mutlaka bir ders çıkarılmalıdır. Başarılı olmanın koşulu çalışmadaki sürekliliktir.

Gördüğüm her olaydan hayat dersini aldım,
Bilgi çağı girince biraz geride kaldım,
Gece gündüz çalıştım kendimi aşmak için,
Önce bir damla idim şimdi ummana daldım.

diyorum. Bu dörtlük benim yaşam felsefemin,yaşama bakışımın bir ifadesidir. Ayrıca hayatın içinde mutlaka zıtlıklar olacaktır. Bu zıtlıklar asla bizi yanıltıp aşırtmamalıdır. Düşünmeliyiz ki zıtlıklar aslında hayatın dengesidir.


İçinde beslese de deler ağacı kurdu,
O delik açılınca olur bir kuşun yurdu,
Bir dengenin içinde zıtlıklar bulunmasa,
O zaman dünyanın hali nice olurdu.

Soru: Bu dörtlükteki “zıtlıklar” kavramının içerdiği özlü mesaj nedir?

Nedim Uçar: Fiziki manada dünyanın ve onun doğasındaki dengedir. Ancak daha ötesinde, insanı iınsan yapan ve yaşatan sevgidir. Ayırımsız biçimde birbirimizi sevmeliyiz. Zıtlıklarımızı farklılıklarımızı sevgi potasında eritip insani değerlerimizi zenginleştirmeliyiz. Bu sözlerimi de şu dizelerimde noktalamak istiyorum.

Saygının temel taşı insanı insan bilmek,
Sevgi varken dünyada bize düşmez ezilmek,
Onarması güç olur bir kalp kırdınsa eğer,
Özür dilesen bile çözüm değil üzülmek.

Soru: Şiirin sizin hayatınızdaki yerini sormaya hiç gerek yok. Çünkü sizin düz konuşmanız bile oldukça akıcı ve manzum ve her konuşmanıza mutlaka bir dörtlükle nihayet veriyorsunuz. Ancak şunu öğrenebilir miyiz? Öncelikle şiiri siz nasıl tanımlıyorsunuz? Şiir yazmanın nasıl bir etkisi oluyor?

Nedim Uçar: Şiir, güzelliklerin nefes alışı ve hayatın bir noktada eleştirisidir. Konuştuğum ses içimdeki histir. Her insanın coşkuyu, sevgiyi, iyiyi, güzeli, gerçeği, yerine göre de çileyi, acıyı, sevdayı, özlemi, hüznü arayıp bulma yoludur. Bu duygu ve düşünceleri şiirde olduğu kadar hiçbir sanata yüreğimize ve belleğimize kazıyamayız.

Soru: Şiirinizde genellikle lirik bir üslubun hakim olduğunu, sade ve yalın bir Türkçe kullandığınızı görüyoruz. Bu konuda etkisinde kaldığınız şair ya da şairler var mı?

Nedim Uçar: 2002-2009 yılları arasında yirmi ayrı kişi tarafından şiirlerim hakkında tez çalışması yapılmıştır. Gerek bu araştırmaların gerekse sanat çevresinde beni izleyenlerin üzerimdeki ortak kanaati; şiirde hiç kimseyi örnek almamış kendi çizgimi kendim belirlemiş olmamdır. Halkla köprü kurabilmek için de dilin anlaşılır olması gerektiğine inanıyorum.

Soru: Şiirde ilham kaynaklarınız nelerdir?

Nedim Uçar: Şiirin ilhamı şairin yüreğinde kor alev halinde yanar bir vaziyettir. Kainatta var olan her şey benim için birer ilham kaynağıdır. Şair, herkesin bakıp da göremediği, güzellikleri ve olumsuzlukları gören ve topluma tavizsiz olarak sunan bir bilge kişidir. Şair, yerine göre çıplak elle koru söndürür, yerine göre de buzulları yüreğinde damla damla eritir. Yıldızların göz kırpması, sevdalı yüreklerin çarpıntıları, güneşin doğuşu, batışı, taze toprak kokusu, mevsimlerin sıralanması, turnaların katarlı uçuşları, bir garbin iç çekişi, yalnız bir ağacın ayakta ölüşü, bir çocuğun masumane gülüşü, şair için ilham kaynağıdır. Zaten şairlik vasfı duygusal insanların fıtratlarında mevcuttur. Gönül penceresinden görülen her şey ilham kaynağıdır.

Soru: Şu ana kadar kaç şiiriniz oldu? Basılı eserleriniz nelerdir?

Nedim Uçar: Yazdığım şiir sayısını hatasız söylemem mümkün olmayabilir. Sadece bir başlık altında yazdığım bir şiirim 4444 dizeden oluşmaktadır. Ayrıca, binlerce şiirim arşivlerimde sırasını beklemektedir. Basılı kitaplarım: 1- Roman, 1- Hikaye, 4-Tiyatro, 12- tane de Şiir kitabım var. Ayrıca basımda olan bir de maniler kitabım olacak. Sadece maniler kitabında 4000 den fazla kıta mevcuttur. Şiirlerimde 300 den fazlası TSM, 10 tanesi THM, 8 tanesi Marş, 5 tanesi İlahi, 12 tanesi Çocuk Şarkıları dalında değerli bestekarlar tarafından bestelendi. TRT repertuarında yüzün üzerinde eserim mevcuttur.

Soru: Aldığınız ödüllerden bahseder misiniz?

Nedim Uçar: Aldığım ödülleri birer birer sıralasam sanırım benim için özel bir sayı çıkarmanız gerekir. Çünkü bu güne kadar katıldığım her şiir ve edebiyat yarışmalarının nerede ise tamamında ödül aldım. Şu anda resmileşen ödül sayım 160’ın üzerinde. Bu rakam bir rekordur. Bu güne kadar bu kadar ödül alabilen hiçbir şair ve yazar yoktur. Bunu açıkça belirtmek istiyorum. Bu ödüllerimin içinde uluslararası, ulusal, bölgesel ve kurumlar arası birincilik dahil değişik ödüllerim mevcuttur. Şu anda elimde bulunan şiltler, madalyalar, belgeler ve dökümanlardan en azından 200 metrekarelik bir müze bile açılabilir. Eğer ki bu konuda benden bir talepte bulunan kurum ve kuruluş olursa görüşebilirim. Çünkü bu belgeler birer emek mahsulü, göz nuru, alın teri ve beyin gücüdür. Bunların heba olmaması gerekir. Bu çok önemlidir.

Soru: Şair olarak yurtiçi ve yurtdışında katıldığınız etkinlikler nelerdir? (Şölen, Konferans, Sempozyum vb.)

Nedim Uçar: Hepsini burada ifade etmem mümkün değil ancak birkaç tanesini sıralayabilirim. Yurtiçinde Uluslararası Yunus Emre, Karacaoğlan, Mevlana, Hacıbektaş Veli, İznik Göl Akşamları ve Porsuk Şiir Akşamları isimleri altında düzenlenen şairler şölenlerine katıldım. Yurtdışında da Meksika, Newyork, Çin ve Almanya’da düzenlenen Dünya Şairler Kongresi ve Şiir Şölenlerine katıldım. Diğer taraftan bir çok üniversitedeki kongre, şölen ve sempozyumlara iştirakim olmuştur. Halen de üniversitelerle ilgim devam ediyor, konferanslar veriyorum. Buradan aracılığınızla duyurmak isterim ki bu bağlamda Polis Akademisi ile Kolej ve Polis Meslek Yüksek Okullarımızda da davet edilmem halinde büyük bir mutluluk içerisinde genç meslektaşlarıma, öğrencilerimize yararlı olmak isterim.

Soru: Sevgili üstat sizinle sohbet çok farklı ve çok güzel hatta bir ayrıcalık. Ne var ki zaman ve dergimizin kapasitesi itibariyle sınırlı durumundayız. Son olarak, “Türkiyem” isimli şiiriniz Milli Eğitim Bakanlığıyla Talim Terbiye kurulu kararıyla ilköğretim 8. sınıf Türkçe Kitaplarına konulmuş ve ders olarak okutulmaktadır. Bu şiirinizi sizden dinleyebilir miyiz?

Nedim Uçar: 1982 yılında yazdığım Türkiye’m şiirimden başka Polis Koleji ve Polis Akademisi ile 150. Yıl marşlarının güfteleri de bana aitti. Bunlar benim için birer abide niteliğindedir.


 TÜRKİYE’M


Al bayrak altında özgür yaşarsın,
Anadolu’m, cennet yurdum, Türkiye’m.
Uygarlık yolunda çağlar aşarsın,
Anadolu’m cennet yurdum, Türkiye’m.

Antalya’da bahar, Ağrı’da karsın,
Adana’da pamuk, İçel’de narsın,
Ankara’da seğmen, Dadaşta barsın,
Anadolu’m, cennet yurdum, Türkiye’m.

İzmir’de üzümsün, Afyon’da kaymak,
Bilecik’te otağ, Söğüt’te oymak,
Bursa’da yeşile olur mu doymak?
Anadolu’m, cennet yurdum, Türkiye’m.

Ordu’da fındıksın, Rize’de çaysın,
Giresun’da yayla, Kilis’te taysın,
Burdur akşamında bir dolunaysın,
Anadolu’m, cennet yurdum, Türkiye’m.

Amasya’da elma, Bitlis’te tütün,
Aydın’da efenin yüreği bütün,
Bolu’da Kör oğlu olur görüntün,
Anadolu’m, cennet yurdum, Türkiye’m.

Hakkari’de kilim, Sinop’ta yelsin,
Kırıkkale’de gök, Bartın’da selsin,
Balıkesir’de göl, Gemlik’te dalsın,
Anadolu’m, cennet yurdum,Türkiye’m.

Erzincan’da bakır, Tunceli boyar,
Elazığ’da Keban dağları oyar,
Antep’e uğrayan tatlıya doyar,
Anadolu’m, cennet yurdum, Türkiye’m.

Zonguldak’ta kömür, Batman’da petrol,
Erzurum’da tabya geçmişe bir yol,
Eskişehir der ki; Yunus gibi ol,
Anadolu’m, cennet yurdum, Türkiye’m.

Urfa’da balıksın, Fırat’ta baraj,
Maraş’ta dondurma, Artvin’de viraj,
Yalova düzünde çiçekli peyzaj,
Anadolu’m, cennet yurdum, Türkiye’m.

Toros dağlarında dumanlı başın,
Antalya koyunda hilaldir kaşın,
Nevşehir’de yatar Hacıbektaş’ın,
Anadolu’m, cennet yurdu, Türkiye’m.

Manisa’da mesir, Isparta’da gül,
Kırşehir’de ahi, Karaman’da dil,
Konya’da Mevlana gel diyen gönül,
Anadolu’m, cennet yurdum, Türkiye’m.

İstanbul’da boğaz, Şırnak’ta gece,
Kırklareli’nde kamp, Ürgüp’te baca,
Sivas’ta Pir sultan, Horto’da Hoca,
Anadolu’m, cennet yurdum, Türkiye’m.

Yozgat’ta sürmeli, Mardin’de kapı,
Gümüşhane’de köşk, İzmit’te yapı,
Karabük’te demir, Siirt’te tipi,
Anadolu’m, cennet yurdum, Türkiye’m.

Diyarbakır’da sur, Hatay’da liman,
Tekirdağ’da rakı, Düzce’de zaman,
Sakarya destanı en güzel roman,
Anadolu’m, cennet yurdum, Türkiye’m.

Aksaray’da vadi, Tokat’ta bağsın,
Ardahan’da sınır, Samsun’da çağsın,
Bayburt’ta geçisin, Bingöl’de dağsın,
Anadolu’m, cennet yurdum, Türkiye’m.

Kütahya’da çini, Uşak’ta cıva,
Niğde’de halısın, Iğdır’da ova,
Malatya’da kaysı dertlere deva,
Anadolu’m, cennet yurdum, Türkiye’m.

Kayseri’de mantı, Anamur’da muz,
Çorum’da leblebi, Koçhisar’da tuz,
Trabzon’da horon, Çankırı’da güz,
Anadolu’m, cennet yurdum, Türkiye’m.

Osmaniye’de yaz, Manavgat’ta su,
Efes’te antik çağ, Perge’de duygu,
Bodrum sabahında mahmur bir uyku,
Anadolu’m, cennet yurdum, Türkiye’m.

Muğla’da Gökova, Muş’ta yokuşsun,
Denizli tığında ipek nakışsın,
Çanakkale’de ki şanlı bakışsın,
Anadolu’m, cennet yurdum, Türkiye’m.

Dağsın Kastamonu, Adıyaman’da,
Toplanmış suların göl olmuş Van’da,
Edirne’n bir yanda, Kars’ın bir yanda,
Anadolu’m, cennet yurdum, Türkiye’m.


 




0 Yorum - Yorum Yaz
Köy Enstitüleri


Köylünün yaşantısının, görünmez güçlere, efsanelere, mucizelere, mezheplere, tarikatlara, cemaatlara, kadere, uğura, muskaya ve hurafelere dayalı, akıl ve bilimsellikten uzak, körinançlar bütünü halindeki safsatalardan
arındırılmasını Köy Enstitüleri kuruluşları sağlayacaktı.



Köy Enstitüleri hareketi; Atatürk’ün ortaya koyduğu akıl ve bilimin öncülüğündeki, bilimsel dünya görüşü doğrultusunda, bilimsel ve sanatsal değerlere dayalı, Hasan Ali Yücel’in bakanlığı döneminde, İsmail Hakkı Tonguç’un yaratısı, özel bir pedagojik öğretim metodu içeren, Türk köylüsü ve toplumuna özgü, Rönesans ve aydınlanma hareketiydi.

Türk köylüsü, asırlarca ihmal edilmiş ve ona en ufak hizmet bile sunulmamıştır. Aslında Türk köylüsü zeki ve yaratıcı bir özelliğe sahiptir. Ancak, ne yazık ki, Türk köylüsünün bu özelliği, Osmanlı döneminde, değerlendirilememiştir.
Osmanlı İmparatorluğu, Türk köylüsünün alın teri ve emeği ile elde edilen ekonomik güç sayesinde, 620 yıl varlığını sürdürebilmiştir. Türk köylüsü aç kalmış, yoksul kalmış, ancak varlığını Osmanlı İmparatoprluğuna adamaktan geri kalmamıştır.

Osmanlılar, Türk köylüsüne hizmet götürecekleri yerde, Arap – İslam ideolojisinin, kültür ve uygarlığının etki alanını daha da genişletmeye çalışmıştır.
Köylülerimiz, hiyerarşik yaratılış ilahi düzenine ve kadere bağımlı olarak yaşamaya alıştırılmıştır. Bu yüzden köylülerimiz, altı yüz yılı aşkın bir zamandan beri, hiçbir şeyin, hiçbir güzelliğin farkına varamadan, kader ve öbür dünya mutluluğuna bağlı olarak yaşamışlardır. Hatta umut nedir, onu bile yaşayamayanlar, bu dünyanın boşluğunda bir hayal gibi yok olup gitmişlerdir. Köylülerimiz, asırlardır; sabır, şükür ve umutla yaşamaya alıştırılmış olup, aldatmaca bir mutluluk uygulamasıyla avutulagelmişlerdir.

Asırlardır köylülerimiz, vergi almaya, düşmana karşı savaş alanında kaynak olarak kullanılmaya yönelik canlı bir araçtı. Mutlu olmak şöyle dursun, insanca yaşamaktan uzak, köle gibi kullanılmak ve öyle yaşamak, köylülerimizin ve halkımızın değişmeyan kaderiydi. Dinsel yorumcu ve kadercilere göre, sanki Allah, onlara, ölünceye dek, hep köle gibi bir yaşam biçimi çizmişti.  Zavallı köylülerimize ve halkımıza bu anlayış ve yanlışlar Allah buyruğu olarak gösteriliyordu. Bu buyruk köylülerimize özel olarak Allah tarafından gönderilmiş bir “ilm-i ilahi” olarak kabul ettirilmiş ve köylüler, ölüm ötesi –öbür dünya- ahiret yaşamının mutluluğu ile aldatılagelmişlerdir.
Köy Enstitülerinin öncelikli amacı, köy insanını hiçbir kuvvet, yalnız kendi hesabına insafsızca istismar etmesin, köylülere köle ve uşak muamelesi yapamasın diye, köylüye kendi öz haklarına sahip çıkabilecek, demokratik haklarını elde edebilecek bilincin kazandırılmasını sağlamaktı.
Tarım alanında dünya standartlarını yakalayacak yaratıcı, üretici ve girişimci etkinlikleri yapacak köy insanının yaratılması sağlanacaktı. Bu nedenle, kendi öz haklarına sahip çıkmasına yönelik feodal sömürüye, yani toprak ağalığına karşı bilinçlendirilmesi zorunlu hale gelmişti. Bu bilinç ancak Köy Enstitüleri hareketiyle sağlanabilirdi. Bu nedenle eğitimin, Atatürkçü, akıl ve bilim doğrultusundaki bilimsel dünya görüşünün güdümüne alınması sağlanacaktı.
Köylünün yaşantısının, görünmez güçlere, efsanelere, mucizelere, mezheplere, tarikatlara, cemaatlara, kadere, uğura, muskaya ve hurafelere dayalı akıl ve bilimsellikten uzak körinançlar bütünü halindeki safsatalardan arındırılmasını Köy Enstitüleri kuruluşları sağlayacaktı.

Köy Enstitüleri yüksek bölümüyle, yirmi bin öğretmeniyle, yetiştirdiği yazar, şair ve sanatçıları ile Türkiye’nin geleceği çok parlak gözüküyordu. Bu etkinlikle, tüm Türkiye’nin eğitimi – öğretimi Köy Enstitüleri eğitim metoduna dönüştürülecekti.
Köy Enstitüleri’nin amaçlarından en önemlilerinden biri de, Türk köylüsünü ve halkını; Arap halkının inanç ve geleneklerine bağlı, Ortaçağ Arap İslam Uygarlığı’nın oluşturduğu, Kuran düzenlemesi ile, Eş’ari’nin akıl ve bilim düşmanlığı denilen körinanca yönelik, sözde, Allah tarafından (ilm-i ilahi) gönderildiği söylenen Arap ulusçuluğunun yaratmış olduğu kültür ve uygarlığına bağlı olarak yaşamaktan kurtarmaktı. Böylece, Köy Enstitüleri eğitim kuruluşları ile, kendi öz ulusal kültürümüzü oluşturarak, akıl ve bilimin öncülüğünde, kendi uygarlığımızı yaratmaya yönelik amacın yaşama geçirilmesi sağlanacaktı.

Batı tarihinde Fransa’da uygulandığı gibi, ne acıdır ki, Türk köylüsü ve halkına da uygulanmış olarak değerlendirilen Obskürantizm ve Obstrüksiyon olayı, yani köylünün ve halkın toplumsal gelişmesini engelleme yolu ile devleti daha rahat yönetme düşüncesi, Osmanlı döneminde de yaşanmıştır.
Köy Enstitüleri hareketi ile, köylünün ve halkın üzerinde yaşatılan Obskürantizm ve Obstrüksiyon uygulamasına son veriliyordu.

1950 DP (Demokratik Parti) döneminde de, aynı anlayış uygulanmaya konmuştur. Çünkü Köy Enstitüleri‘ni kapatmak, Obskürantizm ve Obstrüksiyon olayının ta kendisidir. Bu uygulama ile köylünün bilinçlenmesi önlenmek isteniyordu.

Köy Enstitüleri’nin etkinliği ile uyanan köylüler, kendi öz haklarına sahip çıkmaya, toprak ağaları ve köylüyü sömürmeye alışmış egemen sınıf ve devlet yöneticilerinin rahatı ve mutluluğu bozulmaya başlayınca, mutlu ve egemen kesim, Köy Enstitüleri’ne karşı cephe oluşturmuşlardır.

Köy Enstitüleri’ni kapatmak için çeşitli iftira ve entrikalar oluşturulmuştur. DP’li bir milletvekilinin Konya ilinin Durlas köyü halkına yaptığı konuşma şu şekildedir:

“Köy Enstitüleri’nde kız ve erkek öğrenciler birlikte eğitim görüyorlar. Bu nedenle, kız erkek birlikteliğinden dolayı, fuhuş olayı yaşanmaya başlanmıştır. Biz, DP iktidarı olarak, Köy Enstitüleri’nde okuyan kızlarınızı erkeklerden ayırdık. Onları Kızılçullu Köy Enstitüsü’nde topladık. Böylece kızlarınızın namusunu kurtardık.”

DP iktidarı, Köy Enstitüleri’nin kapatılışıyla birlikte; 1932 yılından itibaren Türkçe okunmaya başlayan ezanın yeniden Arapça okunmasını sağlayarak, Arap kültür ve uygarlığına yeniden dönüşün yolunu açmış, böylece Türk köylüsü ve halkının uyanışı önlenmeye çalışmış ve bunda da başarılı olmuştur.

Musa Kâzım Yalım,

1950 - 1951 Hasanoğlan Köy Enstitüsü Mezunu.

05. Ocak 2011