Kimi öyküler çok sık okunduğunda ya da dinlendiğinde,insanda bir bıkkınlık yaratır; kimi öyküler iseşiddetli etkiler, derin izler bırakır!kosektas.net
Kimi yerde “aptal” deseler de, kendileri biz aptal değil, “abdalız!” derler. Aslında kendi tanımları doğrudur. Çalgıcılık yaparak geçimlerini sağlarlar, kalender insanlardır. Çalgıdan geldikleri günü dolu dolu yaşarlar, eğlenirler, diğer günler ise yarı aç yarı tokturlar. Kendi aralarında ara sıra kavga etseler de, başkalarına zararları olmaz. Her kentte, onların toplu yaşadıkları mahalleler, semtler vardır.
1950’li yıllara değin kayıtsız, yurtsuz yaşarlarken, devlet, Hacıbektaş abdallarını asimile yoluyla eritmeyi düşünmüş olmalı ki, her köye üç aile yerleştirilmesini zorunlu kılmış. Anlatılanlara göre: Son yıllara değin zurnacı Külebi usta, düğünlerde davul oynatan Ferzi usta, Hallik usta, Köşektaş nüfusuna kayıtlılarmış. Sonradan hepsi de Hacıbektaş’a ya da Kırşehir’e yerleşmişler.
Hangi köyün nüfusuna kayıtlı olduğu bilinmeyen zurnacı Kemal usta da Köşektaşlı sayılır. Köyde olsun, dışarıda yaşasın, tüm Köşektaşlıları bilir. Köyün tamamına yakınının düğünlerinde o ve ekibi çalgıcılık yapmış, çocukların tümünü o sünnet yapmıştır. Sağlamcıdır; yeni doğan erkek çocuklar, nüfus kayıtları yaptırıldıktan sonra, onun defterine de kaydedilir. Zaman, zaman oğlan babasına: “Ne oldu, güççük ağa büyüyor mu?” diye, sünneti anımsatır.
Kız bitirme, nişan gibi merasimlerden haberi olur, oğlan tarafını her görüşünde, düğün zamanını sorar. Kısaca işinin takipçisidir. Kemal usta, doğruluğunun, cana yakınlığının yanında, aydın bir insandır. Çocuklarına sadece kendi işini yaptırmamış, hepsini okutmuştur da. Oğullarından öğretmen, banka memuru olanlar vardır.
Fotograf: Suavi Cesur
Kemal ustanın öğretmen oğlu lisede okurken, kendi gibi şakacı olan anası, oğluna her gün takılıyormuş; “Şuna bak, şuna, okula gidiyor! Yarın, Neşet gibi saz çalan adam olacak değil ya, boynu gravatlı eşşek olur!" “Şuna bak, şuna, boz davulu duvara asıp da, utanmadan okula gidiyor.” Kadın, öbür oğlanı da zaman zaman sıkıştırırmış: "Şu sazı iyi öğren, çal, Neşet gibi adam ol! Öğrenmezsen, seni okula gönderir, okutur, öğretmen yapar, köy, köy süründürürüm!"
Diğer kimi yargıları yanlış olsa da, doğruluk payı olan yargıları da var.
Bilgi: İlk kez 21 Mart 2005 tarihinde yayınlanmış bir öyküdür.
Kemal Usta: Kemal Süle, 1934 yılı, Adana/Kozan, Hacımirza köyü doğumludur. 1936 yılında babasıyla birlikte Sivas'ın Şarkışla ilçesi, Alakilise köyüne, oradan da, 1953 yılında, Hacıbektaş'a göç etmiştir. (Bilgi: Suavi Cesur).
Sonbahar ve Eskibağ, birbirine çok yakışan zaman ve mekan. Çocukluğumdan beri beni çeken bir yanı vardır Eskibağ´ın. Bozkır ortasında az da olsa bitki örtüsüne sahip olması, belki de bende ormanlık alan izlenimi bırakmış olmalı. Zerdali, badem, alıç, kara erik ağaçlarının kapladığı alanın zemini harap kalmış bağlarla kaplıdır. Yirmi yıl öncesindeki yangında büyük zarar görmesine rağmen, hala o özgün yapısından izler taşıyor.
Çoraklık`ın suyunu köyde bilmeyen yoktur. Hazmı kolaylaştıran, hoş tadı onu damacana sularından üstün kılar. Az ama kararlı akışı ile yaşanan kuraklığa meydan okuyor. Çeşmeden biraz yukarı çıkınca alıç ağaçlarıyla karşılaşırsınız. Kırmızı alıçtır çoğu, sarı alıçı tutmaz ama tadı fena değildir. Biraz daha iç kesimlerde badem ağaçları vardır. Yılına göre ya çok verir ya da hiç olmaz. Bu sene pek yoktu.
Asıl adı, Mükremin idi ama insanlar bu kadar teltik, uzun adı söyleyemediklerinden, Mükür adıyla anarlardı. Gerçek adını belki kendi bile unutmuştu. Soğan yemez, evinde bulundurmaz, yiyenin yanında bile durmaz, derlerdi. En çok da soğanlı şakalarla karşılaşırdı. Eli uzdu, bozulan kapı “Firek”lerini, anahtarlarını ilkel bir biçimde onarırdı. Turhan yayarken yağın olmaması üzerine: “Ya ayranı olduracağım ya da basa basa dolduracağım!” dediği bugün bile anlatılmaktadır. Derler ki; en büyük arzusu, Kayseri’yi bir kez olsun görmekti, ama göremeden öldü.
Mükür'ün anlattığı olaylar aslında biraz abartılıdır. Abartmasının nedeni de anlatımı güçlendirmek içindir.
Köyümüzde Mükür ile ilgili çok öykü anlatılır, tesel getirilir. İşte bunlardan bazıları.
Körinanç, en basit anlamıyla, “akıl ve bilim düşmanlığıdır!” Özellikle dinsel anlamda aşırı (tutkusal) bağlılıktır. Başka görüş ve düşünceye, özellikle de deneysel bilime, gelişip serpilme ve güçlenme hakkı tanımaz! Kendi inancı dışındaki hemen her şeyi yok etmeye çalışır! Menemen Olayı, Köy Enstitüleri’nin kapatılışı, Çorum, Maraş, Sivas ve Malatya katliamları, onlarca seçkin bilim insanımızın, araştırmacı - gazeteci ve yazarımızın katledilişi başlı başına birer körinanç olayıdır!
Din ve inançla ilgili düşünce ve ilkeleri, hiç kanıt aramaksızın, incelemeksizin ve eleştirmeksizin gerçek bilgi sayan metafizik (fizik ötesi) düşünceyle, varlığımızın; bedenden bağımsız, ruhsal bir yapı olduğu inancına dayanan ve düşsel (hayali) bir anlayış körinançtır. (fanatizm).
Bahar mevsiminde bile tarlada, bağda, bahçede çalışmaktan dolayı terledikçe bol su kaybeder beden. Su kaybettikçe susuzluk hissi artar. Pınardan, çeşmeden alınan su, tarlada sıcağın altında biraz beklerse “ılıktır” ne kandırır, ne de doyurur. En yakın pınardan soğuk suyun, tazesinin doldurulması gerekir.
Bağda, bağ belleyen babamın bir işareti ile Sivri’de, büyük bir derenin içindeki Necati’nin pınarına koşar, çanak sürahiyi daldırırdım pınara. Suyun basıncından dolayı, sürahinin ağzı foş foş ses çıkartır ve bir süre sonra da sesi kesilirdi. O zaman anlardım sürahinin dolduğunu. Pınarın soğuk suyundan elimi yüzümü serinletir elimde sürahi ile dereyi tırmanırdım. O mevkide, susam, ada çayı, papatya, menekşe, kuzu kulağı, dede sakalı, çalı gülleri ve sarı hardal hatırlayabildiklerim. Hepsi de bahar kokusu salar çevreye mis gibi. Keklikler öterdi derelerde. Bir de, “hep büyük kuşu.” Aslında öten ibibikti. Lakin, bir masal anlatılırdı bu kuş hakkında. O yüzden hep büyük olarak bilirdik. Masal kısaca şöyleydi;
Eğer bir kimse, içinde yaşadığı toplumun konuştuğu dili düzgün bir şekilde konuşamıyorsa, o kimse, ne başkalarıyla tanışabilir, ne kaynaşabilir, ne de başkaları tarafından ciddiye alınır. Hele yaşadığı bölgede çıkan yerel bir gazeteyi, haftada, ayda veya yılda bir gün olsun satın alıp okumaz, yakın çevresindeki olup bitenlerden bihaber yaşarsa, yaşadığı bölgenin hava durumunu değil de, 3000 km uzağındaki Türkiye’nin hava durumunu merak ederse, Almanya‘daki yaşama da, insanlara da yabancı kalır!
Tartışma kaldırmaz bir gerçek: Yaşadığımız çağ, endişe, korku, kafa karışıklığı, kutuplaşma, kurum ve kuruluşlara yönelik güvensizlik çağıdır!
Bilgi tarafından boğulmuş, ancak bilgelikten yoksun bir dünyada, öteleme ve ayrıştırma belirleyici duygu haline geldi. Despot ülke idarecilerinin sahte vaatleri, yarattıkları içi boş kahramanlıklar, korku ve algılar, sıradan insanları milliyetçiliğe, sorumluluk ve sorgulama bilinci olan insanları da, siyasi faillik endişesi içinde, çaresizliğe itti!
KÖŞEKTAŞ’TA DÖRT MEVSİM VI- Saya Donatma Şair Dr. Salim Çelebi
Çok uzun bir zamandan beri yazıya yansıttığı anı ve hatıralarıyla, periyodik olarak gerçekleştirdiğimiz güncellemelerimize renk, içerik ve farklılık katan, Köşektaş ve yöresine yönelik bilgi hazinesini zenginleştiren şairimiz Dr. Salim Çelebi'ye, bu uğurda sarfettiği emeği ve çabası için çok teşekkür ederiz!
kosektas.net
Amerikan Bezinden dikilme iç köyneklerimiz vardı. (Fanila. Ayrıca, kazağa da fanille denirdi ya.)
Bitlenirdik, özellikle de kışın. Kafamızda ve iç köyneklerimizin dikiş yerlerinde bulunan bitleri, analarımız; iki başparmaklarının tırnakları arasında çıtır çıtır ezerek öldürürlerdi!
Bitler çok fazla ise, giysilerimiz şöyle bir ateşe tutulurdu. Yanan bitlerin cızırtısını kulaklarımızla duyardık!
Kartopu oynardık arkadaşlarımızla ve kayardık da eğimli yerlerden.
Ayağımızda lastik ayakkabılar vardı ve iskarpin çok az çocuğun ayağında bulunurdu. Babalarımız çorapların üzerine mes giyerlerdi.
Saya donatılırdı şubat ayında: Köyün delikanlıları bir araya gelir, içlerinden altı - yedi kişiyi seçip farklı kılıklara büründürerek ev ev dolaşırlardı. Farklı isimleri vardı rol alan kişilerin: “Arap”tı birinin adı ve yüzü tava’nın isiyle kapkara boyanmış bir durumda olurdu. “Köse”ydi bir diğerinin adı: Üzerinde hayvan postundan yapılma bir giysi bulunurdu.
Anımsayamıyorum diğerlerinin isimlerini!
Saya donatanlar; bulgur, tere yağ ve ekmek toplarlar ve köyün tüm gençleri kendi aralarında pilav pişirerek yerlerdi.
Sayanın kökeni ve içerdiği anlam konusunda birçok sav ileri sürülmekte...
Köyümüz ve çevresinde; saç ve sakalı çıkmayan erkeklere “köse” denilmektedir. Ve yine saya donatanlar, sütten elde edilen tereyağ toplamaktadırlar. Bu nedenle ben, koyun karnında yünlenmekte olan kuzuların, bolluk ve bereketi için yapılan seramoni olarak değerlendiriyorum sayayı.
Dört - beş yaşlarındaydım. Yusuf amcam ve Hasan amcamın da ortak olduğu Massey Harrıs marka bir traktörümüz vardı. Köyümüzdeki tarlalar bittikten sonra, çalışmak için Çöl taraflarına giderlerdi. (Sadık köyünden daha öte tarafta bulunan tarlalara “çöl” denirdi.)
Köyümüzden çoğunun oralarda da (çölde) tarlaları vardı. (Komşu köylerin ta ötesinde Köşektaş’ın tarlalarının olması beni hep “aceba niye?” diye düşündürmüştür. Sanıyorum köyümüzün kökeni için iyi bir araştırma konusudur da.)
Kar ve kışın bastırmasıyla babamlar köye dönmüş, fakat traktör kar ve çamurdan dolayı tüm uğraşlara rağmen bir türlü çıkarılamıyordu köye.
Traktör, köyümüzün altındaki değirmene yakın bir yerde kalmıştı.
Kız kardeşim daha yeni doğmuştu, gidip müjdelememi söylediler. Dam boyu kar kaplı olduğu için her taraf, çığır açmışlardı. O çocuk halimle düştüm yola. Babamlar Salih Amcanın dükkanında oturuyorlardı.
Dükkanlar, sadece alışveriş yapılan yerler değildi o zamanlar; aynı zamanda oturulup sohbet edilen yerlerdi de.
Müjdeyi verdim ve karşılığını da aldım babamdan tabi: 15 kuruş. Biri on kuruş, diğeri beş kuruş olmak üzere iki madenî para.
Elimde paralarla oynarken ikisini de düşürdüm! Elimden yere düştü ve yuvarlanarak gitti paralar.
Utancımdan söyleyemedim hiç kimseye!
Bunca yıl geçmiştir aradan, fakat benim için en büyük para; kaybettiğim o 15 kuruş olmuştur hep!
Köşektaş'ta Dört Mevsim l VI - Saya Donatma l Şair Dr. Salim Çelebi