Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi2
Bugün Toplam171
Toplam Ziyaret771340
Hayvan Çiftliği


"Bütün kitaplar eşittir; ama kimi kitaplar diğerlerinden daha eşittir!"
George Orwell

"Hayvan Çiftliği" George Orwell tarafından yazılan ve ilk kez 1945'te basılan kısa bir hikaye. Hikaye, eşitlik ve adalete dayalı bir toplum yaratmak amacıyla, hayvanların insanlara karşı ayaklandığı bir çiftlikte geçiyor.

"Hayvan Çiftliği", Rus Devrimi'ne ve Joseph Stalin dönemindeki Sovyet rejiminin yükselişine yol açan etkenlerin simgesel bir anlatısı olarak yansıyor. Orwell, iktidarın yozlaştırıcı doğasını ve ihtilallerin baskıcı bir sistemi diğeriyle değiştirme eğilimini eleştiriyor.

"Hayvan Çiftliği" aynı zamanda propaganda, manipülasyon ve eleştirel düşünmenin önemini de araştırıyor. Domuzların anlatıyı kontrol etme ve tarihi yeniden yazma yetenekleri, iktidardakilerin kitleler üzerindeki kontrollerini sürdürmek için bilgiyi nasıl manipüle ettiklerinin açık bir tasviri. Hayvanların, domuzların aldatmacasının arkasını görememesi, kör sadakatin tehlikeleri hakkında bir uyarı görevi görüyor.

Orwell'in "Hayvan Çiftliği"ndeki yazım tarzı doğrudan ve erişilebilir olup, okuyucuların altta yatan siyasi mesajları anlamasını kolaylaştırıyor. Hayvanların karakter olarak kullanılması hikayeye evrensel bir çekicilik kazandırıyor ve okuyucuların romandaki olaylar ile gerçek hayattaki tarihi olaylar arasında paralellikler kurmasına olanak tanıyor.

Genel olarak “Hayvan Çiftliği", herhangi bir siyasi sistemdeki yolsuzluk ve zorbalık potansiyelini vurgulayan güçlü bir edebi eser olarak duruyor; rehavetten doğacak tehlikelere, adaletsizlik ve baskı karşısında uyanık kalmanın önemine karşı bir uyarı niteliği taşıyor!

Hayvan Çiftliği", 12 -18 yaş grubu çocukların ve gençlerin rahatlıkla okuyabileceği bir edebiyat klasiği. 

Kitabın PDF sürümüne buradan ulaşabilirsiniz.

kosektas.net

Anasayfa

www.kosektas.net



Adnan Yalım
 l Mirror l Margarita Terekhova l Natalya Rolünde

Muhteşem güzellikteki Natalya, evinin önündeki kırılgan çitin üzerine oturmuş; Rus kırsalını seyrederken ve şavaşa giden eşini beklerken.

Doğal sadelik içeren, kendi tarzını karakterize eden resimler çizen Adnan Yalım'ın çizmiş olduğu resimlere bu bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.


Çıkan yangınlar, yıkılan binalar, yaşanan zorbalıklar, suya düşen hayaller, evlerde yalnız bırakılan çocuklar, çevrede aç dolaşan hayvanlar, içini bunaltmıştı. 

Rahatlatıcı, ilham verici, sakin bir arazide dolaşarak, kaygısını, tasasını biraz olsun giderme ihtiyacı hissetti.

Kasvetli bir akşamüstü, evinin önündeki ahşap bir çitin üzerine oturdu, kırsalın hayranlık uyandıran güzelliğini seyretmeye, epeydir ayrı kaldığı eşi ile yaşadığı tutku dolu anları hayal etmeye koyuldu. 

Kırsalın şefkatli bir şekilde yansımasını, hayalinde canlandırdığı tutku dolu anları, göz kamaştırıcı bir naziklikte sıralanmış çalılıklar üzerinden esen meltemi; içi boş kahramanlıklar adına başlatılmış şavaşların yaptığı yıkımları, açtığı yaraları, yarattığı endişe ve yalnızlığı gideren bir okşayış gibi hissetti. kosektas.net

ALMANYANIN ESKİ VE YENİ BAŞKENTİ BERLİN


LÜTFULLAH ÇETİN

Spree ve Havel ırmaklarının sarmaladığı bir ova üzerinde bulunan Almanya’nın eski ve yeni başkenti Berlin’de, şu dünyadan gelip geçerken, yaşamı anlamlandırmak, güzelleştirmek ve kolaylaştırmak için ihtiyaç duyulan her şey mevcut.

Sahip olduğu çok sayıdaki müze ve sanat galerileri ile her yıl milyonlarca ziyaretçinin akınına uğrayan Berlin’de, sadece “Museuminsel” (Müzeler Adası) adlı bölgede, beş ayrı müze bulunmakta ve bu müzelerin her biri dünyanın eski ve yakın tarihine ışık tutmakta. Kentin iki ayrı bölgesinde inşa edilmiş açık hava müzelerinden “Holocaust Denkmal“ (Holokost Anıtı) Nazi Döneminde Avrupa’da yaşanan ırkçılık dehşetini hatırlatmakta, “Bernauer Strasse” (Bernauer Caddesi) ise, 1961 yılından itibaren Berlin’deki hayatı neredeyse durdurma noktasına getiren duvar üzerinden, doğudan batıya yapılan kaçışlar sırasında yaşanmış zorluk ve acı kayıpları sergilemekte.

Kentin tam orta yerinde yer alan ve ortasından “Grosse Stern” (Büyük Yıldız) adlı büyük bir bulvar geçen 160 hektar büyüklüğündeki “Tierpark” (Hayvan Parkı) adlı yeşil alan Berlin’in oksijen deposu. İçerisinde beş ayrı kıtaya özgü, sekiz bin civarında, dokuz yüz çeşit hayvanı barındırdığı söylenen Tierparkın içerisinde ve çevresinde Cumhurbaşkanlığı sarayı (Schloss Bellevue), Başbakanlık konutu (Kanzleramt) ile Federal Meclis Binası (Reichstag) bulunmakta. Tierparkın tam orta yerinde ayrıca, I. Dünya Savaşı’na dek Almanya’yı yönetmiş prens, kral ve imparatorların heykellerinin sıralandığı, altmış metre yüksekliğinde, bir Zafer Anıtı (Sieges Saeule) bulunmakta.

Tüm tarihi boyunca sayısız savaşlar ve talanlar yaşamış, Otuz Yıl Savaşı sonrası yerle bir edilmiş, I. Dünya Savaşı’nda büyük hasar almış, II. Dünya Savaşı sırasında yoğun bonbardıman ve zorbalığa maruz kalmış, daha sonrasında da dörde bölünmüş bu kent, her defasında yeniden ayağa kalkmayı başarmış.

1961 yılında, kente hükmeden müttefikler arasında artan gerginlik sonucu, doğu ve batı sınırı boyunca örülen utanç duvarının (Berliner Mauer) 1989 yılında yıkılmasıyla birlikte, yeniden yapılanma projeleri çok hızlı bir şekilde uygulanmış, kentin görünümünü ve kent insanının yaşamını değiştirecek yaygınlıkta yapılar yapılmış, bölünme sonrası batıya nazaran oldukça geri kalan doğu tarafı kalkındırılarak batı tarafının seviyesine ulaştırılmış.

Yeniden birleşme yılı olan 1989’dan beri Federal hükümetten sağlanan büyük miktardaki para yardımlarının yerinde kullanılması, ulaşım sorununu kökten çözdüğü gibi, kenti daha gösterişli kılmış. Federal hükümetten sağlanan bu yardımlar, kentin adeta göz bebeği durumundaki “Brandenburger Tor” (Brandenburg Kapısı) adlı anıttan tutun, kentte bulunan tarihi binaların tümünün tadialtı, Berlin İstasyonu (Hauptbahnhof)’nun inşası ve ulaşım ağının örülmesi için harcanmış.

Değişmeyen tek şey, değişimin kendisidir” diyerek diyalektik değişimi farketmiş ilk düşünür Karl Marx başta olmak üzere, kente sayısız mimari kazandırmış mimar Karl Friedrich Schinkel, filozof Hegel, Berlin belediye başkanlığı da yapmış Almanya eski başbakanı Willy Brandt, Türk mimar Doğan Kuban ve daha birçok düşünür ve sanatçıya ev sahipliği yapmış bu kentteki düzen, tertip, temizlik ve ulaşım kolaylığını, ne Paris, ne Londra ne de Madrid’de görebilirsiniz. Kentin her bir köşesi pırıl pırıl, kentteki ulaşım ise hızlı, güvenli ve konforlu. Toplu taşıma araçlarına biniş ve inişler tamamıyla engelsiz. Bir noktadan diğer bir noktaya gitmek için beklenen taşıtın gelmesi en fazla iki üç dakika sürmekte. Yer altından (U-Bahn - Metro), yer düzeyinden (Bus & Strassenbahn – Otobüs & Tramvay) ve yer üstünden (S-Bahn – Hafif Raylı Tren) yapılan taşımacılık, ulaşımı hızlı, rahat ve kolay kılmakta. Berlin'den Almanya'nın diğer kentlerine olan ulaşım ağı ise, kent içi ulaşımda olduğu gibi, dünyada benzeri olmayan bir zenginlikte. Berlin’in Almanya’nın diğer kentleri ve dünyayla olan bağlantısını üç karayolu, üç demiryolu, üç havayolu koridoru ile iki suyolu sağlamakta.

Berlin’in meydanlarını ve o meydanlarda geçirilecek zamanın hoşluğunu anlatmaya ise kelimeler kifayetsiz kalır. “Branderburger Tor” (Brandenburg Kapısı) anıtı önündeki Pariser Platz (Paris Meydanı), Potsdammer Platz (Potsdamm Meydanı) ve Alexander Platz (Alexander Meydanı) adlı alanlar trafiğe kapatılarak tamamen yayalara ayrılmış. Günün her saatinde tıklım tıklım insan kaynayan bu meydanlar, helal - haram takıntınız yoksa, bir fincan Glühwein (şeker ve baharat karıştırılarak ısıtılmış şarap) eşliğinde bir Bratwurst (sosis) yiyerek açlık gidermek ve orada karşılaşacağınız insanlarla sohbet etmek için en elverişli mekanlar.

Bir gün olur da Berlin’e gitmeye karar verirseniz, gezinizi Noel’e denk gelecek şekilde ayarlamanız, Adlon Hotel’de konaklayarak Alman mutfağının leziz yemeklerini Alman şarapları eşliğinde tatmanız, sabahları erkenden, akşamları da yemekten sonra Tierpark’ta yürüyüş yapmanız, Grosse Stern Bulvarı’nı bir kez olsun baştan sona yürümeniz, Federal Meclis Binasının kubbesine çıkarak Berlin’i tepeden seyretmeniz, Brandenburger Tor Anıtı ve çevresinde hoş vakit geçirmeniz, Alexander Platz’a her gün uğramanız, Holocaust Mahnmal ve Bernauer Strasse’deki açık hava müzeleri ile müzeler adasındaki eski ve yeni müzeleri ziyaret etmeyi unutmamanız tavsiye olunur.

Berlin’i en iyi, bir Berlin aşığı olan, Berlin’in bir önceki belediye başkanı Klaus Wowereit tanımlıyor:

"Immer in Bewegung, arm, aber sexy – Berlin ist alles, was man braucht!"

"Hep hareket halinde, yoksul, ama seksi - Berlin ihtiyaç duyulan her şey!"

Lütfullah Çetin l Almanya'nın Eski ve Yeni Başkenti Berlin l 12. 01.2013, Cumartesi


Köşektaş Köyü Bilgisunum Sayfası'nda yer alan metin, resim, fotograf gibi tüm içeriklerin hakları asıl sahiplerine aittir! Söz konusu bu içerikler, sahiplerinin rızası olmadan, matbu ya da dijital, başka ortamlarda kullanılamaz!

kosektas.net, Köşektaş Köyü Bilgisunum Sayfası


www.kosektas.net|İletişim: kosektas@kosektas.com| Son Güncelleme: 17 Haziran 2025
Yerkürenin kuzey yarısında, ekvator ile kuzey kutbu arasındaki bölgelerde havaların Nisan ve Mayıs aylarından itibaren ısınmaya başladığını nereden bildikleri şaşırtıcı, hatta bir mucize olan leylekler, sıcak yaz aylarını geçirmek için, soğuk kış aylarını geçirdikleri ülkelerden geri dönerler, beş – altı ay gibi uzun bir süre bizim köyde kalırlardı. Altı - yedi ay gibi uzun bir zaman sonra, o kadar uzak mesafeleri katedip bizim köye gelen leylekler, sanki pusulaları varmış gibi, hedefi hiç şaşırmadan, Süllü amcanın tuvaletinin üzerindeki daha tam anlamıyla hazır olmayan yuvaya konarlar, gagalarını tüylerine gömerler, tüylerini kabartıp gerneştikten sonra, huzur içinde uykuya dalarlardı.
18.03.2012
Son günlerde sitemizde Çanakkale Savaşları’yla ilgili tartışma yazılarını ilgiyle izliyorum. 18 Mart tarihi yaklaştıkça konunun daha da güncelleşeceğini düşünüyorum. 18 Mart savaşın başlangıcı olarak kabul edilir, öyle bilinir. Oysa İngiliz birlikleri 19 Şubat 1915 tarihinden itibaren Settülbahir ve Kumkale mevkilerini bir ay boyunca bombaladı. Çanakkale Savaşı’nı bir bütün olarak değerlendirecek olursak 19 Şubat’ı başlangıç olarak kabul etmemiz gerekiyor.
17.03.2012
 2 
Berlin - İstanbul

Doğan Kuban
Türk Mimar ve Akademisyen

Almanya: 81 milyon nüfus; en büyük kenti: Berlin, 3.750. 000 nüfus; gökdeleni yok, ama metro ağı var; insan başına yıllık gelir: 43.740 dolar.

Türkiye: 75 milyon nüfus; en büyük kenti İstanbul, 17.000.000 nüfus, gökdeleni her gün artıyor. Ama metrosu yok sayılabilir; insan başına yıllık gelir: 9. 760 dolar.

(Kaynak: Economist, 2012)


Bu karşılaştırmadaki çelişkileri Alman ve Türk toplumları arasındaki kurumlaşma, birikim, üretim, tarihsel bilinç, bilim ve sanat alanındaki yaratıcılık, uygar davranışlar ve özgür düşünce ile bütünleştirince iki toplum arasında gelecek öngörüleri arasında korkutucu bir mesafe olduğu ortaya çıkmıyor mu?

Berlin park içine kurulmuş bir kente benziyor. Gökdelen yok! Toprak ve yapı spekülasyonu yapılaşma disiplinini bozacak kadar azgınlaşmamış. Yollar geniş, her yöne ulaşan bir metro ve tren ağı var. Metrosuz ulaşımının olanaksızlığını Türkiye’ye anlatamadık.

Berlin’in geniş, itina ile yapılmış kaldırımları sadece yayaların. Kaldırımlara çıkan otomobil de yok. İnsanlar köpekler ve kedilerle birlikte yaşamıyor, sokakları da mezbaha olarak kullanmıyorlar. Bizim sorumlular kentin iki yakasına iki gökdelen yerine iki tane bayram mezbahası yaptırsalar, hem daha sağlıklı hem de daha hayırlı olmaz mı?

Berlin’in 200’den fazla müzesi var. Hepsinin kitap satan bölümleri var ve hepsi çok kalabalık. İstanbul’da Arkeoloji ve İslam Sanatları Müzesi dışında önemli müze yok. Topkapı bir saray, Ayasofya camiye çevrilmiş bir kilise. Bu durum bir kültür yetersizliğidir. Avrupa’da her büyük kentin görkemli bir kent tarihi müzesi var, İstanbul’un yok. İstanbul’da ne bir doğa müzesi var ne de bir teknoloji müzesi.

Bu yokluk doğa bilimleri öğretiminin sınırlılığı ve teknolojinin yok olduğunun ifadesidir. Müzelerin göstermelik, halkın ve öğrencilerin yaşamında neredeyse olmayan varlığı toplumun sanat ve tarihle ilgisiz kültürünün endişe verici bir gösterisidir. Devletin çok daha büyük yatırımlarla yapması gereken bu kültür odaklarının yerine, küçük koleksiyonlarıyla özel müzeler geçemezler.

Müzik ve kitap

Müze kavramının toplum yaşamına yerleşememesi, bilim ve sanata ilişkin ilgi ve bilginin hâlâ var olmadığını kanıtlayan, açık, can acıtıcı bir göstergedir. Türkiye her alanda çok büyük bir kültür ve bilgi krizi yaşıyor. Bunun ülkenin geleceğini kararttığını bilgisiz ve duyarsız olanlara hangi yöntemle anlatacağız?

Berlin’in pek çok konser salonu, bu arada Hans Scharun’un modern mimarinin ünlü yapılarından biri olan filarmoni yapısı da var. Bir orman içinde olağanüstü bir açık hava konser alanı var (Waldbühne). Operası ve pek çok tiyatro sahneleri var. Opera, tiyatro ve musiki yaşamı da o oranda olağanüstü zengin. Bu bağlamda Almanya ile karşılaştırma kuşkusuz anlamsız olur. Berlin’in büyük kitapçılarından birine İstanbul’un bütün kitapçılarını sığdırabilirsiniz. Bu da düşündürücü bir olgudur. Ama doğal. Almanlar yılda kişi başına ortalama 15 kitap okuyorlarmış. Türkiye ortalaması ise bir tane bile değil.

Berlin Almanya’nın Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmasına karşın, iki savaş arasında dünyanın en modern kenti kabul ediliyordu. Tarihi yoğunluğu kadar, çağdaş mimari örneklerinin çokluğu ile. Günümüzde de, özellikle Potsdamer Meydanı çevresinde, çağdaş mimarlığın en önde gelen kent imgelerinden birine sahip.

İçi boş turistik propaganda

19. yüzyılda İstanbul, Avrupa’ya açılmış olsa bile, tarihi kimliğini sergileyen özgün yaşam kültürünü henüz yansıtıyordu. Apartman hastalığının yok ettiği eski İstanbul’un tarihi dokusundan söz etmek artık olanaksız. Halk ve belediye ‘ona değmiş, buna değmemiş’ yöntemiyle Suriçi’nden Adalar’a kadar tarihi dokuyu yok etti. 18. ve özellikle 19 yy’da İstanbul’a gelip kentin resimlerini yapan Avrupalı ressamların bizi hâlâ heyecanlandıran yapıtları, tarihi içeriği birkaç camide kalmış, içi boş bir turistik propaganda aracı olarak kullanılıyor. Kent kemirgenleri her gün, bilinçsizce, artık çok az kalmış bir tarihi mirası yok ediyor.

Bu eski İstanbul’un tüm alanı, yeni ucube Büyükşehir agglomera’sının 400. 000 hektara ulaşmış devasa yapı salatasının 20 ya da 25’te biridir. Bizim gibi duyarlı ve yaşlı mimarların içini yakan da bu 15-20. 000 hektarlık tarih harabesidir.

Kırsal alandan gelip Osmanlı olmak isteyen sonradan görme kırsal-burjuvalar, hatta İstanbul kökenli aileler imparatorluk kentini bozuk para gibi harcadılar. Çırağan Sarayı’ndan otel, saray sinemasından alışveriş merkezi yapanlar Taksim kışlasını yapmaya kalkarlar, ama Hatice Sultan Sarayı ya da Beyhan Sultan Sarayı, hatta Tersane Sarayı hatırlarına gelmez. Kuşkusuz kentin tarihi yapılarıyla ilgili bir rölöve arşivi de yoktur.

Büyük ulus kimliği

1939-1945 dünya savaşında insafsızca yerle bir edilen Berlin kentinin eski yapılarının nasıl onarıldığını ve hatta neredeyse yeniden yapıldığını görmek Alman toplumunun tarih bilincinin ve -bizdeki kimi ulus düşmanları alınsalar da- büyük bir ulus kimliğinin göstergesi olarak insanı şaşırtıyor ve çok etkiliyor. Kuşkusuz İstanbul’u 1960’tan sonra doldurmuş okuma yazması olmayan Anadolu halkını aynı bilgi, bilinç ve tutkuya sahip olmadığı için suçlamak söz konusu değil.

Ne var ki bu olgunun Almanya’yı Almanya bizi de Türkiye yapan bir kökten uygarlık farkı olduğunu, bırakın sıradan halka, okumuşlarımıza ve idarecilerimize de anlatamamışız. Son Osmanlı döneminin alafranga aileleri ahşap konak ve yalılarını apartmanla değiştirmek için birbirleriyle yarış etti. Bu da Fransızca öğrenip piyano çalarak bir aristokrat hatta bir burjuva geleneğinin bile yaratılamayacağının kanıtıdır.

Bu arada Taksim’in yeniden düzenlendiği bugünlerde Türk kentlerinin kent meydan yoksulu olmaları bağlamında temel bir noktaya değinmek gerekiyor. Bizim geçmişimizde planlı kentsel meydan kavramı yok. Bu bizim yapı kültürünün bir özelliğidir. Belki insani bir içeriği de var. Fakat her tarafı yüksek apartman ve gökdelenle doldurulan yeni mahallelerde bu yokluk bir kültür göstergesi değil, bir kültürsüzlük göstergesidir. Çok büyük anıtlar söz konusu olmadıkça, meydanlar yapılarıyla değil, boşluklarıyla etkili olurlar. Paris’te Concorde, Berlin’de Alexander Platz, Roma’da Palazo Venezia ile Colosseum arasında Piazza Venezia ve Foro Romano, Londra’da Trafalgar Square, Moskova’da Kızıl Meydan, Beijing’de Tien An Men Meydanı gibi.

Bir iki parkı anımsayalım: Paris’te Bois de Boulogne, Berlin’de Tiergarten, Londra’da Hyde Park, New York’ta Central Park. Bunlar saray bahçeleri değil. Halk için tasarlanmış mekânla ve kentin bir yapı ve otomobil deposundan fazla bir şey olduğunu gösteriyorlar. Çağdaş inşaat hastaları ya da spekülatörler kentleri yapı deposu olarak görmekte devam ediyorlar. Taksim hikâyesi bunu açıklıyor. Bu insanlar için 17. 000. 000. insanın yüksek apartman, gökdelen ve AVM den başka bir gereksinimi yok anlaşılan! Bu kazulet kutular arasındaki ulaşım eziyeti de nereye ödediğimiz belli olmayan bir tür haraç olmalı!

Sevgili Okuyucular,

Bu satırları okuyacağını hayal ettiğim bir belediye başkanı Paris’te Concorde’dan Eiffel Kulesi’ne doğru yürürken düşünen ve duygulanan ve diyelim Anne Sophie Mutter’i Kreutzer Sonatı çalarken Viyana’da, Musik Verein’ın konser salonunda dinlemiş ve Viyana’da Gottfried Semper’in Doğa Müzesi’ni gezmiş biri olsaydı, kuşkusuz ne dediğimi anlardı. Çünkü bunların tümünün bir uygarlık tanımladığını biraz anlamış olurdu.

23 Kasım 2012