Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam199
Toplam Ziyaret759525
Akif Cesur
Fotograf:
Özcan Antike'den temin edilmiştir.

Kareli Acı’da bir karpuz bulmuş,
Üzerinde doğal hatlar görmüş...
"Hayır mı, şer mi, bu ne" demiş,
Karpuzu almış, Akif Hoca’ya varmış...

Akif Hoca’ya vardığında...

"Hocam, bak, bu Acı’da bitmiş,
Ekeni, dikeni kimmiş,
Zahmet edip oku da,
Sahibi kim, bul!" demiş...

Hoca bu, işin apansız farkına varmış,
"Ver onu bana da;
Sen geç şöyle otur!" demiş...

Hoca karpuzu eline almış,
Bir sağa, bir sola çevirmiş,
Derin bir iç çektikten sonra,
"Var bunda bir kerâmet!" demiş...

Başlamış Hoca okumaya,
Hatları yorumlamaya...

Acı mevkiinde bit,
Sahibi it;
Mahmutoğlu Akif,
Sen bunu yut
!"

Kareli Hoca'ya bakakalmış,
Söylediklerini anlamamış...

Hoca'nın sabrı tükenmiş,
Karpuzu ikiye ayırmış;
Yarısını Kareli’ye vermiş,
Yarısını kendi yemiş...

Kareli: Şavga Çöl.
Akif Hoca: Akif Cesur.

Kerâmet: Mistik anlayışta, Allah'ın veli kullarına, ermişlere verdiği olağanüstü kudret ve güç.
Sahibi it: Kimsesiz, sahipsiz anlamında.

İskender Cesur'dan dinlenmiş ve yazıya yansıtılmış bir hikayedir.

kosektas.net 

 

Musa Kâzım Yalım I

Hasanoğlan Köy Enstitüsü Mezunu Bir Köşektaşlı

 

 Musa Kâzım YALIM


 Hasanoğlan Köy Enstitüsü mezunu sayın Musa Kâzım Yalım; 10.03.2008 tarihinde Ankara'da başarılı bir kalp ameliyatı geçirmiştir. Sevgili öğretmenimize geçmiş olsun dileklerimizi iletir, upuzun bir yaşam dileriz!

 kosektas.net, 14/03/2008


 DARGIN AYRILMAYALIM DİYE KOŞTUM SANA DÜN AL GONCAYI DEREMEDİM


Geriden baktığınızda beyazlaşmış saçları ve başına taktığı kasketi ile Attilâ İlhan ’ı andırıyor. Ankara’ da çok mütavazi bir yaşam sürdürmekte. Güzel sanatların hemen hemen her dalıyla ilgileniyor; kitap yazıyor, resim çiziyor, ud çalıyor. Cumhuriyet Gazetesi’ nde misafir yazarlık yapıyor. “Biz bir zamanlar, harman yığınlarının gölgeliklerinde memleket sorunlarıyla haşır neşir olur, onlara kafa yorardık.” diye başlıyor sözlerine ve devam ediyor: “Gelişmek istiyorsak bilimin ne olduğunu hepimiz daha iyi anlamak zorundayız. Düşüncelerimizin, psikoloji ve aklımıza gelebilecek her şeyin bilimden yola çıktığını unutmamalıyız!” diyor. Daha sonra ise, Ortaçağ ve Reformasyon arasındaki tarihi dönem olan Rönesans’ a, Fransız Jean-Baptiste Poquelin, daha bilinen adıyla Molière’ e, İtalyan Galileo Galilei’ye, İngiliz Shakespeare’ e, güzel sanatlara ve onlara gösterilmesi gereken öneme getiriyor sözü. “Atatürk’ ün istediği farklı şeyler değildi aslında. Fakat 1950 ve  1980’de yapılan dayatmalarla yeniden başa dönüldü. Ülkenin bugünlere gelmesinde büyük pay sahibidir öğretmenler!” diye devam ediyor ve ekliyor: “Yazacağım. Umarım herhangi bir sağlık sorunuyla karşılaşmam da  ne demek istediğim daha iyi anlaşılır. Arkadaşlarla tartışırken hep söylemişimdir. Yine söylüyorum. Zaman boş oturma zamanı değil. Herkesin kalkıp bir şeyler yapması gerekiyor.” diyor ve ud’ unu alıyor eline.  Kısa bir taksimden sonra etrafındakilere: “Türkü mü istersiniz, şarkı mı?” diye soruyor ve başlıyor çalmaya. Arkası yarın...
 ♣ M. Kâzım Yalım'ın çalışmalarından  bazıları

Öğretmenler I, II

Güzel Sanatlar İlgi Bekliyor

Öğretmenler III, IV

 Köy Enstitüleri I

 Köy Enstitüleri

 Köy Enstitüleri II

 Köy Enstitüleri III Köy Enstitüleri IV

Köy Enstitüleri V

 Bâlâ Nişani Mesne-i Tacdar 
 Köy Enstitülerinin Kapatılması  

  Lütfen dikkat!

 

 

Bu sitede yayınlanan kaynakların her hakkı saklıdır. Kopya edilerek çoğaltılamaz, başka bir sitede yayınlanamaz!

kosektas.net


 


Yorumlar - Yorum Yaz
Zahit ile Rint

Dinler, modern öncesi çağların eğitim-öğretim çevresi ve okullarıdır. İnsanların gönül dünyasına düzen vererek topluma da düzen vermiş olurlar.

Zahit; “hayatı” değil de öncelikle ve özellikle “öbür dünyayı” anlamaya çalışan, hep “oraya” doğru yol hazırlıklarıyla meşgul bir “kul”dur. Her şeye, her olaya din açısından bakar ve “dine uygun” veya “dine uygun değil” diye sınıflandırmalarla “fetvalar” vermek zorunda hisseder kendini. Şekilci ve kitabidir.

Zahit, bu dünyaya değer vermez, ahreti düşünerek, cenneti hak etmek için yaşar. Aklında hep sorularla gezer, hayatın her alanını kurallara bağlardı. Bu kurallara sadece kendisi uysa neyse… Herkesi de bu kurallara uymaya zorlar veya uymayanı kınardı; kendi aklına ya da tercihine göre yaşayanı “günahkâr” ilan ederdi.

Rint ise dini inanç taşımakla birlikte hayatındaki “bütün saatleri” şekilci dini kurallara göre ayarlamaktan kaçınan, hayatı sevinçleri ve hüzünleriyle bir bütün olarak gören kişidir. Gönül zenginliğine, hoşgörüye ve aşka değer verir. Asla dayatmacı değildir.

Din insanları, genellikle herkesin kendileri kadar dini bilgiyle donanmış olmasını, öğrenmeye heves etmesini, yüklenmesini bekler. Oysa demircinin, askerin, marangozun, nalbantın, balıkçının, çobanın, çiftçinin bir işi vardır; “zahit” gibi olamazlar. Hem “dünyaya gelmişken dünya nimetlerinden yararlanmak”, yaşamak, insanın hakkı olmalıdır. Diğer yandan düşünür ki israf haramdır. Allah, bunca nimeti ve güzelliği neden yaratmış ola ki?

Şair, hayatın gelip geçici olduğunu belirterek, zahidin şaraba saygı göstermesini bekliyor. İnsan olmanın farklı bir şey olduğunu hatırlatıyor.

Bir görüşe göre Hz. Hamza çok şarap içermiş. İçince de dağıtır ve sevimsiz olurmuş. Hz. Muhammet onu bu halde görünce, şarabın ona haram olduğunu söylemiş. Bu yaklaşım kalıcılaşmış ve giderek tüm Müslümanlara yasak olduğu ileri sürülür olmuş;

Ehline helaldir, na ehle haram, 
Biz içeriz bize yoktur vebali...


Bu dizelerde geçmişteki bu olaya bir gönderme, bir “telmih” var görünüyor. Biz dağıtmadan içeriz, bu yüzden bize bir ağırlığı, bir günahı yoktur… Şarap, içmesini bilmeyene haramdır. Ehil olmayan ondan uzak dursun.

Şarap, tasavvuf ehlinin dilinde “Tanrı aşkı” demektir. Tekke ise, aşk şarabıyla kendinden geçilen yer anlamında “meyhane”dir. Sevap almak için içeriz ve senin buna aklın ermez, bu başka bir hesaptır.. Biz meyhanede bu anlayışa ve bir ruh yüceliğine eriştik.

Tasavvufi düşünce ve inanç sisteminde “Tanrıda yok olmak” ve “Tanrıda yeniden var olmak” (Fenafillah-Bekabillah) amaçlanır. Bunun için bolca “şarap” (Tanrı aşkı) içilmelidir. Biz bu aşkla kandil geceleri kandile, kandilin içindeki fitile dönüşürüz. Tanrı aşkıyla öylesine kendimizden geçeriz ki bu ruh yüceliğiyle Tanrının varlığına ve birliğine delil oluruz; ama sen göremezsin, anlayamazsın bu hali… Şekle takılıp kalacağını ve bu sırlara eremeyeceğini düşünüyor.

Şeriat erbabı için bu kabul edilmez, anlaşılmaz bir haldir. Böyle bir şeye inanmaz. Tanrıya ancak öbür dünyada ve cennette ereceğini düşünür. Oysa rindane anlayışa göre cennet de cehennem de burada ve insanın gönlündedir. Ey Harabi, sen boşuna söylersin; ama daha fazla söze de gerek yoktur. Bilmeyen nasıl anlasın “gerçek” haramı, “gerçek” helali? Ve bir aşk içinde erimeyi?

Hüseyin Geyikçi